top of page
Ara

SEZGİSEL ÖĞRENME

  • Yazarın fotoğrafı: Hande G
    Hande G
  • 24 Ara 2018
  • 9 dakikada okunur

Bugün size son yazdığım yazılarla bağlantılı onların devamı niteliğinde bir yazı ile devam etmek istiyorum. Tabi ki de astroloji ile bağlantılı olarak anlatacağım.

Zodyak’da bilgiyi, iletişimi yani entelektüel ile alakalı durumları ifade eden burçlar hava elementinde idi. Bunlar İkizler, Terazi ve Kova.

İkizler burcu ve yöneticisi Merkür deyince aklıma gelen ilk şey anten. Amacı var olan bilgiyi olduğu gibi almak ve vermek. Hangi kanal ve frekans açıksa oradan radyo veya televizyona o bilginin verilmesi, yansıtılması gibi bu durum. Yani bilginin olduğu gibi aktarılması, gösterilmesi diyebiliriz. İzleyen biri için bunların bir şey ifade edip etmemesi, görülmesi veya duyulması, anlaşılması tamamen karşı tarafın idrak seviyesi ile alakalı. Ayni şekilde bir kitap ya da bir öğretmenin anlattığı ders de aynı şekilde işler. Ben bu durumu monolog öğrenme olarak düşünüyorum.

Terazi burcuna geçtiğimizde yöneticisi Venüs ile artık bilgi alışverişi, akışı tamamen ilişkiler üzerinden gerçekleşmeye başlıyor. Yani için içine insanların ve fikirlerinin birbirleriyle etkileşimi giriyor. Bu durumu da ben diyalog öğrenme olarak düşünüyorum. Yani karşılıklı konuşma, birbirini görerek ve dinleyerek, etkileşerek ve dönüşerek tamamen deneyim içinden geçerek tecrübelerin sonucunda bilgi sahibi olma şekli. İlk durumda Merkür ile alınan bilgi hafızaya kişinin şahsi Ay’ı yani sağ beyin kabiliyetleri ile hafızasına kaydolurken, Terazi ile gerçekleşen deneyimler ise her insanın kendi duygusal kodlanma şekline göre iyi veya kötü deneyimler, travmalar vs. yeni duygu durumları yarattığını düşünüyorum. Ama bu sefer insanın sol beyninin yani analitik zekasının devreye girip bu duyguları analiz etmesi gerekiyor ve oluşan duygular zihinsel olarak incelendikten sonra geri dönüşümler yeni fikirler, bilgiler oluşturuyor. Yani monolog öğrenmede Merkür (İkizler)’ün oluşturduğu duygusal kalıplar, Terazi deneyimleri ile yeniden oluşan, çakışan duygular yüzünden yeniden gözlenerek bilgiler güncelleniyor. İşte bu durumun yaşandığı süreç ise şöyle gerçekleşiyor: Terazi ile insan karşısındaki ile bir etkileşime girse de asıl dönüşüm Akrep burcu ile gerçekleşiyor. Akrep burcunda insan deneyimi derinleştirdiğinde sahip olduğu duygular ve fikirlerin de dönüşümüne şahit olabiliyor. Aslında ölümü de temsil eden Akrep için temsili konuşursak deneyimlerin insanı nasıl yeniden doğurabildiğini anlayabiliriz. Yeni bir insan olmak, eski halini tamamen bırakmak, kalıplarını ve sabit düşüncelerini yıkmak, deneyim ile karşısındaki ile birlikte farklı bir bireye dönüşmek. İnsan bu içsel dönüşümü zekasıyla gözlemleyerek yaptığında hem dışarda yaptığı diyalog, hem de kendi sağ ve sol beyninde yaptığı karşılıklı diyalog ve dönüşüm ile aslında kendi ile diyalog kurmanın, kendini kendisiyle dönüştürebilmenin ilk adımlarını atıyor. Çünkü fikirlerin duyguları yarattığını öğrendikten ve duygusal değişimlerin de fikirleri değiştirebildiğini öğrendikten sonra, eğer bu iki beyin yarısı arasındaki karşılıklı birbirini dönüştürebilme kabiliyetini öğrenmişse ve kontrol edebiliyorsa bunu, insanın an ve an kendini geliştirmesi ve travmalara acılara maruz kalmadan kendi kendinin aynası, katalizörü olması kolay olmaz mıydı? Evet, ama insanın bunu yapabilmesi için hem analitik zihnini hem de duygusal zihnini iyi gözlemleyebiliyor, kontrol edebiliyor olması, onların kontrolünden çıkıp birbirilerini ayırt etmeyi öğrenmesi gerekir. Zaten bunu becerdiğinde Akrepten sonra gelen burç olan Yay ile ve yöneticisi Jüpiter tam da İkizler’in karşısında duruyor olacaktır. Yani artık bilginin (Merkür) bilgelik (Jüpiter) olduğu nokta. Ve ondan sonra gelen burç olan Oğlak (yöneticisi Satürn) de Yengeç’in tam karşısında durarak duyguların kontrolünü ele almış bir üstat haline gelmiş olacaktır. İşte burası tam da Zodyak’da sınırın olduğu nokta. Yani Satürn ile büyük zamanın belirlendiği bilinenin sınırlarının çizildiği son yer. Peki sonra?

Bu ustalığın sonrasında ne olabilir? Bilinende ustalık hali başka bir şeyi getirir mi? Evet

İnsanın zihninin her anlamında kontrolünü sağladığı noktada sol ve sağ beyninin ortasında epifiz bezi durmaktadır. Bu bez iki taraf arasındaki bilgi akışını ve beraber çalışmalarını sağlayan noktadır. Bu köprü gerçek anlamda iyi olarak kullanıldığında aslında bu insanın kendi kendini iyi gözlemleme kabiliyetinin olduğunun göstergesi değil midir? Ben ne düşünürsem düşüneyim, ne hissedersem hissedeyim ve ne yapıyor olursam olayım her halimi hem yaşayıp hem de bunu gözlemleyebiliyor olsa idim kendim sübjektif bir hayat yaşarken kendime objektif bakabiliyor olurdum. Hem içimde hem dışımda olabilirdim. Bu bir yerde hem olurken hem olmamak gibi geliyor bana. Bilinenden bilinmeyene geçiş işte tam da burada Oğlak’tan Kova’ya (Uranüs) geçiş ile oluyor. Yani Aslan’ın (Güneş) tam karşısı. Oynanan oyunun sahnenin tam karşısı. Şimdi’de o anda yaşananın yaşamın dışında kalan alan. Şimdi’nin olmadığı zamanda, geçmiş ve gelecekte. O anda olmayan her şey yaşanmayan her şey aslında sadece yaşanmayan beklenmeyen potansiyellerden ibarettir. Henüz ışığın aydınlatmadığı karanlık bölge. Bir önceki yazımda Uranüs’ün bilinçaltımızı ve geçmişi, geleceği ifade ettiğini yazmıştım.

Bu kısım aslında biraz karışık. Çünkü işin içine Chiron giriyor. Chiron büyük üstat, öğretmen. Ve aynı zamanda yarı insan yarı hayvan. Yarı ölümsüz olduğu için ölümsüz bir hayat yaşarken ölümlü tarafındaki bir yara yüzünden sonsuza kadar bu acıyı yaşamak zorunda. Chiron Satürn ile Uranüs arasında gidip gelen bir asteroit aslında. Aynı zamanın bilinen sınırı Satürn ile zamanın sınırı dışında bilinmeyene (Uranüs- Kova) gitmesi gibi. Ya da zamanı, bilinen yaşamı ölümlülüğü (Satürn) temsil eden yaralı hayvansı kısmı ile ölümsüz, bilinmeyen diyarlara ait, zamanın ötesine ait (Kova-Uranüs) temsil eden insan tarafı arasında gidip gelmesi gibi. Ya da bilinen bilgiler ve henüz bilinmeyen bilgiler arasında gidip gelmesi gibi. Chiron en sonunda ölümü tercih edip acılarına bir son veriyor ve diğer tarafa geçiyor. Yani aslında bir nevi Akrep gibi bir tarafını seçip o tarafa dönüşüyor. Sonuçta şifalanıyor.

Biz insanlar bilgi birikimlerimizi kullanarak bir şekilde deneyimler ve duygular aracılığıyla iyi veya kötü birbirimizi yaralıyor veya şifalandırıyoruz. Sürekli değişiyoruz. Öğrenmek ve ustalaşmak isteyenler daha iyi birer gözlemci olmayı ve dengeyi öğrenerek analitik ve duygusal zihinlerini yönetmeyi öğreniyorlar. Bu şekilde belki de bilgelik ve ustalık kabiliyetlerini geliştirmeye devam ediyorlar. Bir kısım insan ise belki yaşanan deneyimlerden ders almamaya ve kısır döngünde aynı şeyleri tekrar tekrar yaşayıp dönerek sersemlemeye devam ediyor, bir türlü uyanamıyorlar. Ama iyi ya da kötü o acı hep var, Chiron’un yarası insanlık için o yara hep olacak, çünkü deneyimler yaşanmaya devam ettiği sürece o bilgi alışverişinde yaralananlar olmaya devam edecek. Önemli olan ise biz kendimizi tanımak için ne kadar uğraşıyor ve kendimize bakıyor muyuz? Ne kadar kontrol edebiliyoruz bu beyni?

Aslında beynimiz muhteşem bir organ ve işini iyi yapıyor. Ama biz şoförler henüz onu doğru kullanmayı öğrenmediğimiz sürece kazalar olmaya ve yaralanmalar olmaya devam edecek. Gücü kontrol edene kadar şifamız olacak şey aynı zamanda silahımız da olmaya devam edecek.

Bir gün ustalaştığımızda inanıyorum ki artık Merküryen öğrenmek ya da Venüsyen deneyime dayalı öğrenmek yerine Kova (Uranyen) öğrenme aşamasına geçeceğiz.

Uranyen öğrenmek şu an insanoğlu için çok alışılmadık, bilinmedik ve kabul edilemeyecek bir tür. Zaten Kova’ya da bu yakışırdı. Bu bilgi potansiyelinin, harekete geçmemiş olanın, olasılıkların, Şimdi’de olmayanın bilgisi. Karşıtı aslan gibi gözle görünen, kabul edilen ve yaşanan değil Şimdi’de yaşanmayan kabul edilmeyen, görünmeyen ama sezilebilecek olanın bilgisidir. Yaşamda beş duyunun algıladıklarıyla öğrendiğimiz bilgiler zamanın var olduğu dünyada kullandığımız araçlarımız, kabiliyetlerimiz iken; zamanın olmadığı yerde var olmayanı, oluşmamış, oluşmuş ise artık olmayanı nasıl öğrenebiliriz? Potansiyel bilgiye ulaşmak, bilgi havuzuna ulaşmak ancak üçüncü gözümüz ile sezgisel olarak olabilir. Bunun için de güçlü bir sağ sol beyin uyumu gerekiyor. Yani güçlü ve dersini almış bir yaşam.

Dedim ya aslında beynimiz gerçekten çok güçlü. Ama kontrolsüzlüğümüz başımıza bela oluyor. Bizler aslında bir şeyi kontrolsüzce yaptığımızda olumlu özellikler bize dezavantaj olarak dönüyor. Beynimizin hızlı çalışıyor olması biz onu yakalayamadığımızda kontrol edemememize, olayların karışmasına sebep oluyor.

Ya da beynin arşivleme, bilgiyi depolama, biriktirme kabiliyeti, kontrol edemediğimizde iyi amaçla kullanılabilecek bu harika özelliği tam bir zarar makinesine çeviriyor. Beynin sağ tarafı, bilginin birikmesini sağlayan kısım gereksiz şeylerle biriktiği sürece analiz etme kabiliyetimizi ve ayırt etme gücümüzü de etkiliyor. Örneğin: Bağımlılıklar. Bilginin birbiriyle ilişkilenme, birikme ve yapışma kabiliyeti insanın kendine olumlu olsa katabileceği çok hızlı bir kendini geliştirme ve öğrenme aracı aslında. Ancak olumsuz yönde çalıştığında yanlış bilgi kodları ve duygusal paketler ile kurtulamadığımız eylemlerde kıstırılıp kalabiliyoruz. Bunlar genelde madde bağımlılığı, duygusal bağımlılıklar, nedenini bilemediğimiz korkular, karşı gelemediğimiz arzular, zevkler, saplantılar vs. çok şey olabilir. İşte bu sonuçlar aslında bir yeteneğin hangi yönde kullanıldığının kanıtları aslında. Kendimizi, duygularımız, fikirlerimiz kontrol edemediğimiz her şey aslında bilginin beynimizde kodlanma, oluşma ve kendini geliştirme, biriktirme kabiliyetinden başka bir şey değil.

Burada aslında girmek istediğim çok geniş bir konu daha var ama şu an sadece kısaca yazacağım. Düşünüyorum da, acaba biz insanlar yanlış hedefler peşinde miyiz? Herkes iyi olmak ister. Ve iyi olmak için iyi insan tutumlarını sergilemenin insanı iyi yapacağını düşünür. Çok da doğal ve iyi niyetli bir düşünce. Ama iyi bir insanı taklit etmek bizi iyi yapar mı? Kötü alışkanlıklardan uzak durmak, bağımlılıklarla savaşmak, erdemli hareketleri yerine getirmek için onları uygulamak, bunları başka insanların da uygulaması için öğretmeye çalışmak vs. bizim kendimizi kontrol etmeyi öğrenmemize fayda sağlar mı gerçekten? Yoksa sadece bir şeyleri bastırmamızı mı sağlar sadece. Bir insan içselleştirmediği, gerçekten anlamadığı, kendi istemediği bir şeyi sırf iyi olan bu diye yapıyorsa bu sadece günü kurtarmak değil midir? Bazı kötü tecrübeler sonucu oluşan olumsuz duygular ve bunların sebep olduğu fikir kalıpları yüzünden yapılan olumsuz eylemlere müdahale önce eylemler mi olmalı? Bence hayır. Önce o olumsuz fikir kalıbı ve duygular değiştirilmeli. Her ne kadar acı yaşayan bir insan alkolik oldu diye onu düzeltmek için önce alkol kesseniz de o insanın içini değiştirmeden aslında başarılı olamazsınız. Ya da insanlar neden yemek bağımlısı oluyor, yalan söylüyor, kötü davranıyor vs.. Çünkü kendilerince gerekli gerekçeleri var aslında. O duyguların yarattığı fikirler çok doğru onlarca. O yzden biz sonuçların değişmesini isteyerek kendimize yanlış hedefler belirliyoruz. Bizim amacımız doğru eylemlere ulaşmak değil. Eylemler aslında içimizin dışarıya bir yansıması ve onlar birer sonuç. İçimizdeki sebeplerin birer sonucu onlar. Hedefimiz bu sonuçları değiştirmek olduğunda aslında biz tembellik yapıyoruz, çünkü aslı amacımızdan sapmış oluyoruz. Oysa içimizi değiştirsek sonuçlar zaten mükemmel olacak. Bizler değişmek istemeye karar verdiğimizde doğru yolda olmak için yeterli değil bu. Bunu nasıl yapacağımızı ve asıl amacımızın ne olduğunu unutmamalıyız. Bizim amacımız evet iyi bir insan olmak elbet, ama bunu doğal olarak olmalıyız, zorlayarak değil. O yüzden içimiz nasıl olursa öyle olacağız. İyi olmayı becerebilmek için, şifalanmalı, kötü duygulardan kurtulmayı öğrenmeliyiz, o yüzden duygularımızla yüzleşmeyi ve onları kabul ederek, analiz etmeyi ve kontrol etmeyi, dönüştürebilmeyi öğrenmeliyiz. O yüzden bizim amacımız bu kabiliyetimizi geliştirmek olmalı. Çünkü bunu herkes ancak kendi için yapabilir. Herkes birbirine destek olsa da sonuçta herkes kendini kendi geliştirmek zorunda. Şimdilik bu konuşa yazacaklarım bu kadar.

Peki, Uranyen öğrenmeye gelirsek? Sezgisel öğrenmek nasıl bir şey olabilir? Ne tür bilgiler olabilir?

Bizler bir yaşam boyunca beynimizde muazzam bilgi ağı oluşturuyor ve arşivliyoruz. Bir hayatın sığdırabildiklerinin dışına çıkarsak peki? Bilgi kaybolmuyor ve sürekli çoğalıyor, değişiyorsa peki geçmişten geleceğe varoluş içinde bilgi nasıl büyümüş olabilir? Kısıtlı yaşam sürecimiz içinde bilgiyi yeni nesillere genlerimiz ile aktarıyoruz. DNA ile bilgiler zaman içinde akmaya ve büyümeye çeşitlenmeye devam ediyor. O yüzden düşünüyorum da, ben aslında doğduğumda boş bilgiyle doğmadım. Annemin ve babamın soy bilgisi ile geldim dünyaya ve onların bazı kabiliyetleri, bilgileri bana geçti. Ve ben de bunların üstüne katarak kabiliyetlerimi daha da geliştirerek bir sonraki nesile taşıyacağım. O zaman beni aşan bir bilgi yumağı var parçası olduğum. Bir kısmı geçmişten geliyor ve onu oluşturanlar şu an yaşamıyor olsa bile bilgisi devam ediyor var olmaya. Geçmiş ne tür bilgiler taşıyor kim bilir. Bizler aslında açılımını bilmediğimiz kodlu bir bilgi havuzuna sahibiz aslında bir açıdan bakınca. Çünkü bilinçli olarak zihnimizi incelemek ve bu kabiliyeti geliştirmek bizim için şu aşamada çok zor. Ama düşünün ki, yukarda da bahsettiğim gibi kendi zihninin gözlemcisi olabilen bir beyin kabiliyeti olsa ne tür bilgileri gözlemleyebilirdi? Arşivlerimiz derinliği ne olabilir? Bilmediğimizi sandığımız ne tür bilgiler saklıyor olabiliriz? Bu bir meziyet olmasa ve herkes dilediğince ulaşabilse insan delirmez mi? Şimdi yaşadıkları ile kafası karışmaz mı? Anda kalabilir mi o zaman? Var olan ve olmayanı aynı anda bilmek, idrak etmek gerçeklik algımızı bozmaz mı? Ne büyük bir kontrol ister bu değil mi?

Hava grubunun üçüncüsü Kova ile Uranyen sezgisel öğrenmek ne kadar yakın ne kadar uzak bize?

Ya peki gelecek? Demiştim önceden de, geçmişimizde ne sakladığımızı bile bilmiyoruz. Belki çok gelişmiş bir medeniyet bilgisi saklı ve bizler geliştikçe geleceğimiz olacak bu geçmiş. O yüzden geçmişimiz aynı zamanda geleceğimiz benim gözümde. Geçmiş ve gelecek birbirini izleyen bir daire gibi, hangisi hangisi belirsizleşiyor bir yerden sonra. Zaman konusundaki düşüncem zaman var ise o zaman sadece Şimdi vardır ve bizler her an Şimdi’de yaşıyoruz. Geçmiş ve gelecek tamamen zihnin arşivinden ibaret. Ve kötü yönetilen bir zihin olumsuzlukları bulup çıkartıp insana bilemediği anlam veremediği travmalar yaşatabilirken iyi kontrol edebilen bir zihin ise nice bilgelikleri, yetenekleri ve faydalı bilgileri oradan çıkarıp gizli potansiyellerini gerçekleştirmesini sağlayabilir.

İşte kontrol edebilme gücü bu yüzden çok önemli. Çünkü ben inanıyorum ki bilmediğimizi sandığımız o kadar çok bilgeliğe sahibiz ki, sadece çıkarılmayı bekliyorlar. Bizler bu bilgileri genelde tesadüfen ilham yoluyla, sezgisel olarak bazen çıkartıyoruz ve yeni keşfettiğimizi zannediyoruz. Bu yüzden henüz çok yavaş gelişiyoruz.

Bir süredir merak edip düşündüğüm bir şeydi insanın kendi kendine aynalık yapıp yapamayacağı. İnsan kendi zihnine nasıl kendi zihniyle şahit olabilir ki? Genelde deneyimler yoluyla insan o dualiteyi ve bilgiyi daha kolay fark edebiliyor, ama iş kendine geldiğinde kendi kendine yapması gerçekten zor bir meziyet. Hiç dışarıdan etkileşim almadan tamamen kendi kendine keşifte bulanmak, kendi kendine kendini yansıtmayı öğrenmek. Analitik yönünle duygularını izlemek, incelemek, dinlemek ve bunu kendi zihinsel kalıplarını bulmak ve iyileştirmek için kullanmak, duygularını iyi tanımak ve nelerle bağlantı kurduğunu iyi gözleyebilmek, iki tarafı da birbiriyle konuşturmak, barıştırmak. İnsanın özündeki kutuplarını dengeli hale getirmeyi öğrenmesi.

İnsan keşfettikçe keşifler bitmiyor, şimdide var olsa bile çok eskilere ve geleceğe gidebiliyor.

Akşam olup güneş battığında gökyüzünde yıldızları seyretmeyi seviyorum. O yıldızların her biri benim için bir Uranüs. Neden? Çünkü bizim yıldızımız Güneş iken, yokluğunda gördüğümüz çok uzaklarda bize ait olmayan yıldızlar onlar. Ve sadece karanlık olduğunda görebiliyoruz. Ve yıldızlara bakmak hayal kurmak geleceği hayal etmek nasıl güzelse, o yıldızlar aslında geçmişi de gösteriyor olabilirler. O kadar uzaktalar ki, aslında ölmüş ve sönmüş bir yıldız artık orda olmasa da ışıkları bize geç ulaştığı için biz onu hala orda parlıyor zannedebiliyoruz. Geçmişin ışıkları bize ulaşmaya devam ediyor. Yeter ki Güneş olmasa da karanlık da olsa yıldızlara bakmaya devam edelim.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Uyan

İyileşmek için önce iyileşmeyi istemek gerek. İstemek demek, hasta olduğunu ya da bir sorun olduğunu kabul etmek demek. Bende sorun yok...

 
 
 
Hayat

Biraz Hakimsen, hakim olmayan birileri dilinin ucundan sonucunda bir açıklama beklerler. Seçim yapmanı isterler. Çünkü gerçeği, doğruyu...

 
 
 
An’ında Gelenler 4

Başkalarının doğrusuna uyarsan eğri ile eğri kalırsın ama sen de o da doğru zannedersin. Sen kendin dışardan koşullanmadan şartsız...

 
 
 

© 2023 by The Artifact. Proudly created with Wix.com

bottom of page