Geceler
- Hande G
- 29 Mar 2019
- 7 dakikada okunur

Kendimle ilgili düşünmelere daldığımda yine yeniden yeni şeyler geliyor aklıma. Sahip olduğumu bildiğim bazı özelliklerimin neden böyle olduğunu düşünürken hep aklım aya gidiyor.
Balzamik bir ay neden kehaneti ve bilinmeyeni bilmeyi temsil eder biliyor musun?
Çünkü ay yeni aya doğru giderken neredeyse güneş ile dünyanın arasına girmiştir, ve dünyadan bakıldığında artık karanlık olmuştur çünkü ayın dünyaya bakan yüzü karanlıkta kalmıştır ve dünya da o gecelerde en karanlık günlerindedir.
Karanlık deyince aklıma uyumak geliyor. İnsanlar gece olunca uyumayı tercih ederler, rüyalara dalmak isterler, belki de hayal etmenin fizyolojik bir yöntemi. Ya da kabuslar görürler, korkarlar, gece uyanık kalmaktan da korkabilirler uyanıkken korkutucu geldiği için. Karanlık deyince sanki içinde canavarlar olan korkulası bir karanlık anımsanıyor. Karanlık bir delik ya da sonu belirsiz dipsiz bir kuyu, o kadar karanlık ki içi canavarlarla dolu, korkulası, bilinmeyenin tehlikeleri ile dolu. Bir o kadar da gecenin dolunay ile daha aydınlık olduğu zamanlarda loşluğun verdiği bir romantiklik ve hayaller de vardır içinde. Aslında bakıldığında olay zihninde olanın yansımasından ibaret. Çünkü o kadar karanlıktır ki gece, en küçük bir ışık bile karanlıkta çok parlak gelir insana ve kırılan bükülen ışık hayal meyal karanlığın gizemini aydınlatır. Ancak ne yazık ki aslında çok parlak olmadığı için ne renkler görünür, ne de şeklin detayları ne de pürüzleri görünür ve zihin tüm bildiklerini kullanarak manzarayı hayal eder, ya sever ya korkar ama aslında olanı asla göremez, tek gördüğü kendi zihninin yaratabilecekleridir.
Gerçeklerin bilinemediği ve gerçekliğin saptığı bir karanlıkta yürümek ve aydınlanmak, bilmek ne kadar kolay olabilir ki. İnsanlar korkacakları ya da hayal kırıklığına uğrayacakları bir yola girmeye ne kadar gönüllü ve cesur olabilir ki? Belki uyumak, bilmemek, görmezden gelmek, görmemek ve umursamamak, unutmak daha az acı vericidir. Kim mutsuz olmak ister ki?
Ama mutsuz yine de. Tüm uyumalara rağmen yine de mutsuz. Çünkü bir şeyler eksik, ve herkesin bir yanı da sanki o karanlık gibi unutulmuş veya soluk, umursanmaz bir şekilde kıyıda köşede bir yerlerde kıvranıyor. Evet acı çekiyor, çünkü aslında karanlık da aydınlık kadar canlı ve yaşıyor. Sadece görünmediği için ve bilinmediği için yok sayılsa da aslında o karanlık yaşıyor ve bir çok keşfedilmemiş gerçek barındırıyor içinde.
Dünyanın yarısı gece uyurken, diğer yarısı şu an gündüz yaşıyor. Dünyadaki insanların yarısı şuur olarak uyurken yarısı uyanıyor. Birileri acı çeker ve kıvranırken birileri zevk ve ışıltı içinde yaşıyor. Kadınlar ezilip görmezlikten gelinirken erkekler kendi yarattıkları aydınlık dünyalarında egemenlik kuruyor. Birileri karanlıkta unutulurken birileri tüm ışıltısıyla gözler önünde ışıldıyor. Her zaman her yerde ve her şeyde bir yarı görmezden geliniyor. Döngüler döngüleri doğuruyor, dünyanın bir tarafı karanlıkken aydınlanıyor, diğer taraf karanlıklara boğuluyor, ve yine yeniden hep bu dönüyor ve yine de hala o karanlık hep görünmüyor. Neden? Bir gün de geçse yüzyıl da geçse insanlar her gece neden uyuyor?
Oysa dedim ya karanlık da yaşıyor. Bir gece hiç bilmediğin bir yere gidip oturduğunu hayal et. Etrafında ne olduğunu bilmeden bütün gece bilmediğin karartılar, sesler ve hayal gücün ile belki korkarak belki sadece tedirgin olarak oturduğunda ve hiçbir şey bilmediğinde sadece duyguların ve zihninle baş başa kalırken ilerleyen saatlerde güneşin doğduğunu hayal et. Ve aydınlık geldiğinde o göremediğin manzaraya bak. Etrafta o kadar güzel renkli çeşit çeşit çiçeklerin olduğu ve muhteşem bir manzaranın olduğunu ve ne kadar canlı ve güzel olduğunu gör. Yaşam o an mı başlamıştı sanki orada? Yoksa muhteşem bir zekanın bilincin yaratımı olan o ışıklı sanat eseri manzara ve bilgelik bir an zihnini mi susturdu? Ve sen bir an tüm ihtişamı ve yaşamı, o yaratıcılığı ve enerjiyi bir an için hissettin mi?
Ve tekrar sonra eski haline döndün tabi, çünkü keşif bitti ve tüm merakın doydu. Çünkü bilmek demek sadece görmek demek değil mi? Ve görülecek daha çok şey var, ama sadece aydınlıkta..
Aslında o yer hep aynıydı ve hep canlıydı. Potansiyel olarak veya aktif olarak yaşıyor olma olgusu sadece zihnin sahip olduğu bir şey olsa gerek. Çünkü zihin demek hareket demek, ve hareketin olmadığı bir yerde yaşam olabileceği bir şey olabileceğine inanamaz. O yüzden zaten karanlık olduğunda hareket etmemek ve uyumak daha iyi bir fikirdir.
İşte bu yüzden bir yarımız, kendimiz de olsak insanlık da olsak, hep acı çekecek, çünkü hep ihmal edilecek.
Eskiden çocukken karanlıktan çok korkardım çünkü zihnim korkmama neden olacak kadar fazla hayal kurardı ve zihnimin hızından korkardım. Ve aynı zamanda korkmamın bir nedeni de karanlığın çok canlı gözükmesiydi. Oysa şimdi biliyorum ki aslında gerçekten canlı, sadece görünmüyor.
Aslında gerçekler görünmeyi ve keşfedilmeyi bekliyor. Sanki toprağın altına veya suyun derinliklerine ya da gecenin içine gömülmüş hazineler gibi. Bir toprağın içi aslında cevherlerle, hazinelerle ve yaşamla dolu ama ölünce oraya gömülüyoruz, bilinmeyene. Ya da okyanusların dibi o kadar karanlık ki sanki orada yaşamak imkansız gibi ama aslında yaşam kaynıyor. Hava karardığında sanki gün bitiyor sanıyoruz ama hayat aslında hem karanlıkta da hem de dünyanın öbür tarafında da hep devam ediyor. Işığın olmadığı, ulaşamadığı derinlikler sanki hep unutulmaya mahkum. Ve karanlık içindekilerle hep keşfedilmeyi bekliyor, çünkü o da güne ait, çünkü orda da yaşam devam ediyor ve nice dünyalar barındırıyor.
Peki nasıl keşfedebiliriz karanlıkları? Geceleri ay ışığında yarı hayal ile mi gezerek? Yoksa yıldırımlar düşmesini ve karanlıkların bir an aydınlanmasını bekleyerek mi? Geceleri yıldızlara bakıp hayal kurarak mı? Her türlü o karanlığın özündeki renkleri ve gerçekleri olduğu şekilde görebilir miyiz ki? Karanlığın içinde görünmez olurken nasıl görebiliriz ki? Göremeyiz. Karanlığın içinde iken asla göremeyiz. Eğer bir güneş değilsek o geceyi aydınlatamayız. Aydınlatsak da gerçeği saf haliyle göremeyiz.
Ama karanlıktan korkmamayı öğrenebiliriz. Ve aslında onun da görünmeyi dilediğini ve anlaşılmayı beklediğine inanabiliriz. Sakladığı bilinmeyenler yüzünden anlaşılamadığını bilebiliriz. Ve sakladıklarını görmek istiyorsak görebiliriz ama karanlıkta yürüyerek değil.
Şimdi uydurduğum bir hikaye ile anlatabilirim belki.
Bir zamanlar çölde küçük bir evde yaşayan yalnız bir çocuk varmış. Hayatı boyunca hiç dışarısının nasıl bir yer olduğunu, ve nelerin var olduğunu bilmiyormuş. Bir gün artık keşfetmek istediğine karar vermiş. Sabah olunca evden çıkmış, yürümüş yürümüş ve hep çöl. Derken önünde koca bir orman belirmiş. Çok sık uzun ağaçların bulunduğu devasa bir orman. Hayatında hiç orman görmeyen çocuk merak ediyormuş içerde ne olduğunu. Ama hava kararmış ve o kadar karanlıkmış ki ormana girmeye korkmuş çünkü ne ile karşılaşacağını ve oranın nasıl bir yer olduğunu bilmiyormuş. Eve dönmüş yatmış uyumuş. Ertesi gün yine gitmiş ve yine aynı şey olmuş, dönmüş. Ertesi gün artık karar vermiş kararlıymış, keşfedecekmiş her ne ise. Akşam olunca ormana varmış ve o karanlıkta ormandan içeri adımını atmış. Kalbi delice atıyormuş, çünkü garip sesler, hışırtılar, karartılar ve daha nicesi. Kendi bacaklarını bile göremiyormuş. Burada ne bulabilirim ki bu şekilde diye düşünmüş. Hemen dışarı atmış kendini. Düşünmüş, nasıl girebilirim içeri diye. Saatlerce ormanın başında oturmuş ve güneş doğmuş, hava aydınlanmış. Tekrar yola koyulmuş, ve o gece korkarak geçtiği yolları hayretle izleyerek yürümüş. Her yer canlılar ve bitkilerle doluymuş. Hayatında ilk defa gördüğü bir sürü renk, cıvıl cıvıl bir dünya. Gülmüş kendi kendine korktuğu için bunlardan. Yürüdükçe hep yeni şeyler görüyormuş. Derken hava kararmış. Ama çocuk yürümeye karar vermiş nasılsa güvenli diye. Ama o kadar karanlıkmış ki yönünü bile seçemiyormuş. Sürekli bir şeylere çarpmaya başlamış ve birden korkmaya başlamış. Zihni garip garip şeyler kuruyormuş ve rahatsız olmuş. Zaten topu topu attığı birkaç adımı geri atmış son gördüğü yerde oturmuş ve beklemiş. Yürüdükçe korksa da otururken o kadar korkunç gelmiyormuş. Karanlıktan korkmakla uğraşmaktan karanlığın aslında o kadar korkunç olmadığını unuttuğunu düşünmüş. Cebinden bir kibrit çıkarıp bir ateş yakmış ve ateşin başında karanlığın içini incelemeye başlamış. Tam gün batımında gördükleri aklındaymış, ve her ne kadar oradaki çiçeğin rengini tam göremese de aslında gündüz gördüğü için biliyormuş ve görmeden de bilebildiğini fark etmiş. Sabah olmuş ve yola devam etmiş. Ormanın ortasında gizli bir bahçe bulmuş, içeri girmiş ve orayı izlemiş ve orada zaman geçirmiş, derken gece olmuş ve çocuk geceyi bahçede geçirmiş. Gündüz gördüğü bahçenin hayran olduğu güzelliği gece ateş başında hayal meyal görünürken farklı da görünse o aslında bahçenin özünü ve gerçeği bildiği için mutluymuş. Hatta keşfederken karanlığın onu ağırlaması ve onun karanlıkta oturmayı öğrenmesi hoşuna bile gitmeye başlamış. Sanki sırasını bekler gibi, her gündüz ve gece sahne sırası geldiğinde şovunu yapıyormuş gibi. Aslında çocuk her gece yol almayıp beklese de yolculuk durmuyormuş aslında ve anlamış ki yolculuk denen şey aldığın yol ve ne kadar ilerlediğin ve keşfettiğin değil. Bazen yolculuk durduğun noktadan başka bir yöne boyuta da akabilir, ve bu yön bu boyut yol üstünde görünmediği bir an olsa da yol dursa da yolculuk durmuyordur, ve hakikat her renkte, formda, görüntüde, görünmezlikte yaşamaya devam ediyordur.
Çocuk her gün biraz daha yürüyerek, ve her gün batımında son gördüğü manzarayı aklında tutarken gündüzün teğet geçtiği ve bir an dokunduğu karanlığa teslim ederken kendini, zaman aslında akıyormuş duruyormuş sanılsa da, ve çocuk karanlığı adım adım sabırla ve anlayışla ona teslim olarak durduğu anlarda keşfediyormuş.
Bizler gece uyuduğumuzda, bir sonraki hatırladığımız an uyandığımız andır ve sanki zaman ordan devam eder bizim için. Oysa hayat, gerçekler aslında hep varlar ve bir yerlerde kendini kendilerince göstermeye devam ediyorlar, ama sadece biz görmüyoruz.
Herkesin içinde ileri gitmek isteyen keşfetmek isteyen bir eril ve duran, her şeyi barındıran bilinmezlerle dolu potansiyellere sahip olduğu bir dişil enerjisi var. Ama biz insanlar hep ihmal ediyoruz içimizdeki karanlığı, dişil enerjiyi. Orayı sadece çer çöplerimizi, korkularımızı, saklamak istediklerimizi gizlemek ve unutmak, umursamamak için kullanıyoruz. Çünkü zaten gündüz, ışıklı dünya, yani bilinen ve görülen, alkışlanan sahnenin olduğu yer daha popüler ve ihtişamlı. Orda rekabet ettiğin zaman tüm dünyaya da sahip olabilirsin di mi? Yeter ki ışılda, pırıltına sahip çık, ve gözler önünde ol, çünkü o zaman gerçekten seviliyorsundur J Ve en önemlisi de güvenlidir değil mi?
Peki bunun benim balzamik ayımla ilgisi ne? Eğer benim dünyaya bakan tarafım bu kadar karanlık, ve dünya da en karanlıktaysa ben bu karanlıkta neler saklıyor olabilirim?
Benim dişil enerjimi bu dünyada yaşarken keşfetmem nasıl olabilir? Cevabı dünyadan bakarken vermek çok zor, çünkü görünmeyecek. Ama ayın diğer yüzü, yani direk güneşe bakan yüzü ise bu defa tüm ışığını kendine saklıyor olacak dünyaya göstermeyerek. Ve kuzey ay düğümüm parlak güneş ve ayın parlak yüzünün tam arasında ise bu benim karanlıkta kalan bilgilerimi aydınlatmam gerektiği anlamına mı geliyor? Dişil enerjimle barışmam mı gerekiyor? Ve dengelenip potansiyellerimi gün yüzüne çıkarmam mı demek oluyor?
Eskiden içimde gizli bir bahçem olduğunu hayal ederdim. Gizliydi çünkü sadece benim girebildiğim bir bahçeydi. Ve ne tesadüf ki hep bu bahçenin görünmez olduğuna ve kimse tarafından görünmediğine inanırdım. Hatta belki de bir gün keşfedilmesini ve orayı paylaşabilmeyi bile hayal ederdim. Ama yıllar geçtikçe görüyorum ki o bahçe bana bile görünmez olmuş.
Karanlığın en talihsiz yanı, aslında bakabileceği bir aynaya sahip olamaması. Sadece aydınlandığında ve kendi yok olduğunda gerçekleri görünür hale geliyor ve belki bir ışık taşıyıcısı tarafından aslında ne olduğunu bilebiliyor olması. Çünkü karanlık kendi kendine bakamaz ki. Ve o yüzden belki de ışığa, ve eril enerjiye muhtaç. İkisi de birbirine ilham olarak birbirlerini yaşatıyorlar, tek şartla: Beraber ortak dans ederek, dokunmadan ama sarmalanarak sırayla oynayarak..