top of page
Ara

Yin Yang

  • Yazarın fotoğrafı: Hande G
    Hande G
  • 31 Mar 2019
  • 6 dakikada okunur

Bilmek ile inanmak, anlamak arasında fark olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Aynen hiçbir şeyin sebepsiz yere olmadığını bilmekten anladığım noktaya geldiğimi anlamış olmam gibi. Görebilmek aslında her zaman gözlerin gerçekten de açık olduğu ve görebildiğin anlamına gelmiyor. Ve hatta fiziken gözlerin açık olması da aslında gördüklerini gerçekten bilebileceğin anlamına gelmiyor. Bir örnekten bahsetmek istiyorum:

3 yıldır gördüğüm bir işaret var, ve ben genel olarak onun ne anlama geldiğini literatürden dolayı biliyorum. Bu işaret evimin daha doğrusu yaşadığım binanın garajdan çıkış noktasında bir yerde bir resim. Ve ben taşındığım andan beri her evden çıkarken arabayla hızlı da yanından geçsem görüyordum. Hatta oyun olsun diye her seferinde onu başka şekillere benzetiyordum. Şekil bu:

Uzaktan bakınca garip bir insan suratına da benziyor gözleri ve kulakları da olan. Sonra detaylara dalınca iki tane balık oluyor birbirinin kuyruğunu takip eden. Ve tabiki de klasik bir yin-yang sembolü aynı zamanda. Bazen semboller anlam içinde anlamlar taşıyabiliyor. Algıda derinleştikçe ve formlar büküldükçe, anlamsızlaştıkça bilginin formu da benim benzetmelerim gibi farklı anlamlara ve bilgilere dönüşüyor. Aslında bildiklerimizin sabit olmadığının ve dönüşebileceğinin, her bilginin başka bir bilgiye açılan aracı bir kapı ve ayrıca kilit olduğunun göstergesi bu. Her bir bilgi sadece bir basamak. Keşfetmek, sindirmek ve sürekli hale getirmek ve sonra da dönüşmesine, solmasına ölmesine ve yeniye yer açmasına izin vermek gerekiyor. Aslında her bir değişim dönüşüm yeniyi bir ders alma ve öğrenme ile gerçekleştiriyor. Buradan çıkardığım şu anki ders: Bilgi geçici bir ürün veya araç, idrak gücü ve algılama kapasitesi ise bu aracı kullanarak çalışan ve yola devam eden gerçek gücümüz. Ve biz daha hala çok zayıfız.

Sembolü kime sorsan herkesin söyleyeceği şey zıt kutuplardır. Bir yin ve yang var ve sürekli birbirlerine dönüşüyorlar. Evet bu kadar mı peki? Bunu kabul etmek yeterli mi? Anlatmak istediği şey bu kadar mı? Bu iki kavramın ayrıştırılmasına daha çok sebep olmuyor mu bu bilgi? Aslında bu bilginin devamında bir cümle daha olmalı ki asıl metnin anlatmak istediği ortaya çıksın. O da büyük siyah alanın içinde duran küçük beyaz nokta ve büyük beyazın içinde duran küçük siyah nokta. Asıl anlatılmak istenen en basitiyle bu iki ters kavramın aslında asla birbirinden ayrı olmadığı, ve her ne kadar ayrı gibi durup birbirlerini kovalayan bir yapı gösterseler de aslında birbirlerinin içinde gizlenerek barındıkları ve var oldukları.

Belki de şekle iki boyutlu bir kağıt düzleminde gibi tepeden değil de yandan 3 boyutlu şekline bakmalı ve ne yaptıklarını anlamalıyız. Biri siyah biri beyaz 2 kalın ip hayal edin ve bunları burgu yapın ve sokaktan geçen alakasız birine gösterin ve sorun ne görüyorsun diye? Büyük ihtimal diyeceği şey: kalın bir ip. Çünkü bu yaratıcılıktır, yaratmaktır. Artık o ne bir siyah ip ne de beyaz bir iptir, o daha farklı renk ve kalınlıkta diğer ikisinin yapısından tamamen farklı bir yapıda yepyeni bir tane iptir. Biz insanların baktığı açıya dik bir açıda olabilir mi yaratıcı ve biz onun açısını idrak edemiyor olabilir miyiz? Ve yengeçler bu yüzden yan yürüyor olabilirler mi? :)

Bu yaratılmış yaşam, varoluş, evren nasıl bir bileşenin sarmalanmasından oluşmuş bunu idrak edebilir miyiz?

Belki de yin yang dediğimiz dualite bu idrak etme gücümüzü geliştirebilmemiz ve büyüyebilmemiz için daha bir başlangıçtır. Belki dualiteden sonra daha kompleks bir sarmalanım, dolanım adı her ne ise vardır. Ve bizler bu iki zıt algıladığımız kavramın birbiriyle olan bağlantısını ve ne yaratabileceklerini görmek zorundaysak?

Bu kadar kendimizi eksik hissetmemiz, kopuk hissetmemiz, varoluştan ayrı imiş gibi hissetmemiz aslında ne olduğumuzu, bizim beraber iken ne olduğumuzu o büyük resmi görememizden olabilir mi?

Aslında her büyük beyazın içinde bir küçük siyahın ve her büyük siyahın içinde bir küçük beyazın olduğunu görmemiz gerekiyor belki de. Aydınlık sandığımız, gördüklerimizin içinde görünmeyenlerin ve o karanlığın zerrelerinin saklı olduğunu ve görülmeyi beklediğini öğrenmemiz gerekiyor. Ve her karanlıkta kaldığımızda ve kendimizi ve dünyayı göremediğimiz izole olduğumuz her anda aslında küçük bir ışığın olduğunu ve bizi aydınlatmak istediğini, bize aslında yalnız olmadığımızı ve ne kadar güzel olduğumuzu hatırlatmaya çalıştığını hatırlamamız gerekiyor belki de. Işığın ilerleyebilmesi için gidebileceği onu taşıyacak bir karanlığa, karanlığın da üzerinde özgürce dans edebileceği ve her dalgalanımında, kırılmasında ona farklı bir yüzünü ve güzelliklerini ve potansiyellerini gösterebilecek bir ışığa ihtiyacı vardır. Gömülü bir hazine keşfedilemediği ve parlayamadığı zaman değerli olabilir mi?

O yüzden aslında bu sembolde o büyük beyazdaki küçük nokta beyazın gözü, o büyük siyahtaki küçük beyaz nokta siyahın gözü ve aslında ikisi de bir tane. Aslında aynı gözü temsil ediyorlar. Aynı görebilme gücünü temsil ediyorlar. Gerçekten görebilmeyi temsil ediyorlar. Yani aslında algılama gücünü temsil ediyorlar.

Peki algılarımızı nasıl geliştirebiliriz? Göremediklerimizi nasıl algılayabiliriz ve yeni ufuklara yol alabiliriz?

Bugün her zaman gittiğim yere deniz kenarına gittim. Hava parçalı bulutlu ve güneşli ve gökyüzü bir tablo gibiydi, martılar uçuşuyor ve dalga sesleri duyuluyordu sanki şarkı söyler gibi. Ve bir yandan güneşin ısıtan sıcaklığını sanki bir şömine önünde ısınıyor gibi bacaklarımda hissederken bir yandan da serin rüzgarın çarpışını hissediyordum yüzümde. Oturduğum bankın kenarı sırtıma battığı için bir yandan da oturduğum noktada ne kadar rahatsız olduğumu düşünüyordum. Ama yine de önümde uzanan deniz ve gökyüzünün koca bir tablo gibi bana bakıyor olması güzel geliyordu. Ve o an aklıma geldi. Tüm resmi aynı anda bir çerçeveye sığdırabilir miyim? Bakışlarımı sağa ve sola kaydırmadan görüş alanımın bulanıklaştığı sınıra kadar sağa ve sola uzanan bir deniz, bütün gökyüzü ve gölgeli beyazlı şekilli bulutlar, ve her yerde gezinen martılar, rüzgarın deniz üstünde yarattığı dalgaların gölgeleri, tam 90 derece yanımda az uzaktaki o ağaç, bir kaç gezinen insan ve ayağımın dibinde gezinen kediler, rüzgarın soğukluğu ve güneşin sıcaklığı, batan bank ve aldığım nefes, hepsini bir resme sığdırabilir miydim? Görmek için başımı ve gözlerimi her noktaya gezdirmeden sadece bir yere odaklanırken aynı zamanda diğer görüntülere de flu da olsa odaklanmak, ana sesleri duyarken arkadan gelen diğer zayıf sesleri de duymak, rüzgarın serinliği ile güneşin ısısını aynı anda hissetmek, kısaca temel algılananların yanında arka planda zayıflayan tüm sinyallere de dikkat kesilmek ile aynı anda hepsini algılamak belki de çalışırsam o kadar da zor değildi sanırım. Bu algılama şeklinin bir ismi olsa olsa panoramik algılama olabilir herhalde. Evet, bugün böyle düşündüm..

Aslında tüm duyular birbiriyle bağlantılı, ve birbirlerini desteklerken bazen de birbirlerini köreltebiliyorlar. Örneğin en güçlü ve yer kaplayan algımız görmek. Belki de meditasyon bu yüzden zihni kontrol edebilmek için bu kadar etkili olabilir mi? İnsan görmediği zaman diğer duyularıyla devam etmek zorunda kalıyor ve beynini bu kadar meşgul eden bir sinyalden mahrum kalmak belki de zihne iyi bir terbiye oluyordur. Ve duymak zannedersem en hassas ikinci duyumuz. Etrafa bakarken hiç ses olmadığını hayal ettim. Hatta kulaklarımı kapatıp etrafa baktım. Gördüklerimiz çok enteresan bir hal almaya başlamıyor mu? Bu kadar uyarana maruz kalırken nasıl doğru bilgileri birbiriyle bağlantılı hale getirip düzgün düşünebiliriz?

Algılarımızı kontrol etmeyi ve birbirleriyle uyumlu hale getirmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bir şeyi gördüğümüz zaman bir bütün olarak bakmaz isek sadece o görüntüyü cımbızlayarak kendi zihnimizde gereksiz şeylerle bağdaştırabiliriz. Ya da duyduklarımızı da işimize geldiği gibi duyabilir ve tepki verebiliriz. Her şeyi olduğu gibi algılamak ise zihnin arzularından ve bağlantılarından özgürleşerek algılayabilmek demek. Sanki bir nevi yaşarken ve hayatın içinde akarken 7/24 meditasyon yapmak gibi bir şey. Eğer zihnimizle algılamak yerine her şeyi olduğu gibi ve bir bütün gibi algılayabilsek ve şeylerin özünü kendi tabiatında görsek bu koşulsuz sevmek olmaz mıydı? Çünkü her ne ile karşı karşıya olursak olalım kendi empoze ettiklerimizi gördüğümüz yerde nasıl karşı tarafı olduğu gibi algılayıp kabul edebilir ve anlayabiliriz ki? Oysa koşulsuz sevmek her ne ise olduğu gibi ifade bulmasına ve algılanmasına izin vermek değil mi? Eğer biz varoluşun kendini ifade şeklini değiştirmeye çalışıyorsak biz gerçekten görmüyor, duymuyor, hissetmiyoruz ve en önemlisi varoluşun özünü reddediyoruz aslında. Kendi yarattığımız illüzyon dışında bir dünya var karşımızda ve tüm açıklığıyla kendi halinde var oluyor ama görünmüyor...Çünkü biz onu görmek istemiyoruz, biz duymak istemiyoruz, biz onu öylece sevmek istemiyoruz. Belki de kendi bencil dünyalarımızı yaratmak daha doğru geliyordur, ama işin aslı bu isteğin altında yatan neden ise aslında içimizdeki yalnızlık ve izole olmuşluk duygusu ve bir şekilde görünmek ve anlaşılmak isteme duygusu, sanki içimizdeki farkedilmeyen dişil enerjinin ihmal edilen bir yarımızın yanlış bir eril enerjiyle öfke çığlıkları atması gibi bu isyan..Ve kendini bu kadar göremeyen, algılayamayan, kendiyle iletişim kuramayan bir insan ve özellikle baskın olduğu için söylüyorum, bir erkek nasıl bir kadını gerçekten sevebilir bu şekilde? Kadının kendi olmasına izin vermeyen bir toplumda ona kadınsı görevler yükleyerek ona yaratıcı olma, kendin olma ve şöyle ol derken ve bastırırken erkekler nasıl ilham alabilir, sevilebilir, ve sevebilir. Ve tüm insanlar nasıl toprak anaya, dünyaya, büyük bir dişil enerjiye bu kadar duyarsız kalabilir? Sunmak istediklerini nasıl bu kadar görmezlikten gelebilir? Ve nasıl kendine bu kadar ızdıraplar yaratabilir oysa o kadar güzellikleri coşku ve eğlence ile yaşayabilecekken?

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Uyan

İyileşmek için önce iyileşmeyi istemek gerek. İstemek demek, hasta olduğunu ya da bir sorun olduğunu kabul etmek demek. Bende sorun yok...

 
 
 
Hayat

Biraz Hakimsen, hakim olmayan birileri dilinin ucundan sonucunda bir açıklama beklerler. Seçim yapmanı isterler. Çünkü gerçeği, doğruyu...

 
 
 
An’ında Gelenler 4

Başkalarının doğrusuna uyarsan eğri ile eğri kalırsın ama sen de o da doğru zannedersin. Sen kendin dışardan koşullanmadan şartsız...

 
 
 

© 2023 by The Artifact. Proudly created with Wix.com

bottom of page