VE KARA DELİK GÖRÜNDÜ
- Hande G
- 12 Nis 2019
- 5 dakikada okunur

Bugün fantastik bir dünyaya gidesim var. Okyanusta serbest bir dalış yapıp nefesim bitene kadar çökesim var. Mantığın bittiği yerlerde yürüyesim var. Daldan dala atlayıp saçmalığın (?!) tadını çıkarasım var. Aslında her ne oluyorsa bazen saçmalık gibi görünse de her birinin başka bir şey için bir anlamı ve bağlantısı vardır mutlaka. Ve ben bunları bulmayı ve bağlamayı çok seviyorum galiba. Önce kaybolup sonra bulmak gibi bir şey bu aslında. Zaten bildiğim anlamların üstünden bir daha geçersem nasıl yeni yerler keşfedebilirim ki? Elbet bazen anlamlı bulduğun yerlere bir daha basmak da öğreticidir çünkü anlamı değişmiş bulursun her seferinde, ama tek başına yetmiyor zannedersem.
Dün bilim dünyasında önemli bir gündü. Teorilerde ne kadar dile getirilmiş olsa da, dün ilk defa bir kara delik gözlerimiz ile görünerek kendini ifşa etti ve ben gerçekten varım dedi tüm insanlığa. Ve kara delik kara deliğinden çıktı :) Aslında hep vardı ve oradaydı elbet ama bizim zihnimize yeni doğdu. Bilimsel olarak çok bilgi sahibi olmasam da bildiğim kara deliğin ortasının gerçekten de kara ve etrafının da ışıkla bükülü olduğu. Kara deliklerin ışık da dahil her şeyi yuttuğu söyleniyor. Ve o yüzden de ortadaki karanlığın çevresindeki ışıklar da aslında kara deliğin etrafında dönen ve bükülen ışık. Ufuk çizgisinin ötesinde ise ne olduğuna hiç kimse şahit olamıyor. Çünkü olabilmek için yaklaşmamız, yaklaşmamız ve hatta içine kadar girmemiz gerek :) Ama ya ölürsek? Ya arkasında hiç hayat yoksa ve sonsuz bir boşluk varsa? Yaklaşmaya cesaret edebilir mi insanoğlu?
Aklıma dünyamız ve her gün yaşadığımız günler geliyor. Aslında sanki bize her gün cevabı anlatmaya çalışıyor ama biz ona o gözle bakmıyor gibiyiz. Her gün güneş batıyor ve görünmez oluyor, bir yerlerde kayboluyor zannediyoruz değil mi? Aslında güneş bir yere gitmiyor, ama yaşadığımız dünya yuvarlak olduğu ve ufkumuzda bir sınır oluştuğu için bir yerden sonrası bükülüyor ve bu yüzden ötesi artık gün batımını ve karanlığı temsil ediyor. Oysa güneşin hiçbir yere gittiği yok. Giden sadece bizim bakış açımız.
Ben orta büyüklükte bir koya sahip olan bir yerde koyun batı ucunda yaşıyorum ve her akşam yaşadığım yerden batıya baktığımda kendi manzaramda bir gün batımı yaşıyorum. Benim tek manzaram bu. Bazen daha geriden izlemek istediğimde geriye koyun orta noktasında bir yerlere gidiyorum ve oradan baktığımda gördüğüm şey ise gün batımından öte benim yaşadığım yerin ne kadar da güzel göründüğü. Tüm o alacalı kırmızılı gökyüzü ve yansımalarıyla diyorum ki kendime ne kadar güzelmiş yaşadığım yer, ben. O an aslında evimden bakıyor olsam kendimi değil başka bir gün batımını görecektim. Yani belki de başka diyarların güzelliklerine bakıyor olacaktım. İşte insanın nereden baktığı ve nasıl algıladığı da böyle bir şey.
Bir an için düşün. Kendinden bir kopya yarattığını ve o kopyanın gün batımına doğru güneşin kaybolma hızında yürüdüğünü hayal et. Sürekli önünde bir gün batımı var ve ona doğru yürüyorsun. Orijinal halin ise evde oturmuş ve artık günü batırmış, görüp görebileceklerini bitirmiş. Kopya ise sürekli yürüyor ve bir türlü günü bitiremiyor, yol düz ve hep aydınlık geliyor ona ve zaten güneş de aşağı inemiyor. Günler geçiyor, aylar geçiyor. Durmadan yürüyor. Sonra o gün geliyor ve az ilerde yaşadığı yeri evinin olduğu koyun burnunu görüyor. Ve tabi yine bitmeyen gün batımı orada da var. Ve ilk defa evinin olduğu yere o koydan bakıyor ve ne kadar güzel bir manzara olduğunu anlıyor. Çünkü kendine hiç arkadan kör noktasından bakmamıştı, ve sonra yürümeye devam ediyor ve kendine ulaşıyor. Artık bir tur daha atmanın anlamı kalmıyor çünkü biliyor ki bulacağı tek şey yine kendisi. Dışarılarda başka bir şey bulmak için çıktığı yolculuk onu yine kendine getiriyor. Ve tek bir farkla. Kendine dışarıdan bakıp görerek.
Demek istediğim, aramak istemezsek, yol almaz isek, cesaret etmez isek ve deneyimlemez isek her gün günleri batırıp arkasında ne olduğunu bilmeden karanlıkta oturmaya devam edebilir, ve günlerimizi sayabiliriz, ve hayallerimiz ve varsayımlarımız ile yaşayabiliriz. Oysa o bilinmeyene yaklaşırsak ve her adımda bilinir olduğunda göreceğimiz ve ulaşacağımız tek şey yine kendimiz olacak.
Bunun astrolojiyle bağlantısı da var aslında. Şöyle ki, bütün burçların nitelikleri 3 kategoriden birine girer. Ve bu 3 nitelik hep sırayla birbirini takip ederek döner. Öncü, sabit ve değişken. Öncü başlatan, başlayan, keşfedilen, ve buna benzer bütün ilkleri ifade eder. Sabit ise adı üstünde sabit, sürekli, değişmeyen, istikrarlı olmayı. Ama ne sonsuza kadar sürer ki? Değişken ise artık değişme vaktini, çürümeyi, bozulmayı ve ölmeyi, bitişleri, yeniye yer açmak için çekilmeyi ifade eder. Değişken burçların hepsinin yöneticisinin Merkür veya Jüpiter olması tesadüf değildir herhalde. Çünkü bitişler, sonlandırmalar aslında derslerin alındığını veya alınacağını ve bu derse göre yeni bir döngü başlatabileceğimizi ifade ediyor. Her bitiş iyi gözlemlenmeli ve oradaki bilgi bilgeliğe dönüşebilmeli. Ki yeni bir başlangıcı daha sağlam temeller ile oluşturabilelim. O yüzden gün batımları aslında dersleri, öğrenmeyi, bilgiyi ve henüz bilinmeyenleri ifade ediyor. O yüzden arkası hep karanlık. Öğrenilmeyi bekleyen potansiyeli gösteriyor.
İşte buradan kara deliğe gelecek olursak :) kara delik gerçekten kara mı? Ya yaklaşırsak ve yaklaştıkça yol bize her ne kadar düzmüş gibi gelse de aslında ışıkların büküldüğü gibi biz de o bükülen yollardan geçerek bir türlü o karanlığa ulaşamazsak ve aslında hep aydınlıksa? Gerçekten ışığı yutan kara delik mi yoksa bizim korkularımız, cehaletimiz mi? Kara delikten geçince kendi arkamıza mı ulaşacağız?
Görmeden önce kara delikler bizim için var ve yok seviyesinde bir bilgiden ibaretti. Aynı bir nokta gibi ve tek boyutlu. Var veya yok. Nokta var veya yok. Şu an resmini çekmeyi başardığımız ve ekranlardan görebildiğimiz için bizler kara deliğin bilgisini 2 boyutlu bir resim olarak alıyoruz . Çünkü içinden geçmediğimiz sürece derinliğine ve derinlikle birlikte eklenen 3. Boyut bilgisine ulaşamayacağız. Ve bir kere deneyimlediğimizde ise sürecin ve zamanın nasıl akacağını hayal bile edemeyiz şu an, çünkü içinden geçildiğinde yolun nereye büküldüğünü, aktığını ve nasıl bir forma sahip olduğunu ve bu yüzden de oradaki zamanın ve sürecin nasıl işlediğini buradan bakarak ve fikir üreterek bilemeyeceğiz.
Aslında benim asıl merak ettiğim şey ışığın bile bükülüyor olması. Belki o hala kendini düz gidiyor da zannedebilir :) Aynı “zaman her şeyi gösterecek” lafının doğruluğu gibi. Aslında yolumuz ve idrakımız sürekli değişiyordur ama biz fark edemediğimiz için dümdüz gittiğimizi zannederiz ve her şeyi zamanın yoluna koyduğunu düşünürüz. Aslında zaman diye algıladığımız yol değişiyor, biz değişiyordur ama biz yolculuk içinde bunu anlamıyoruz.
Belki de evrenin şişme teorisi doğrudur ve aslında yollar düz değildir ve kavislidir. Ve belki de aslında henüz keşfetmediğimiz bir enerji denizinde yüzüyoruzdur. Belki de evrende bilmediğimiz bir 5. element vardır ve tüm uzay da onla kaplıdır. Tam da hava ile ateş elementinin arasında.
Düşünün, suyun toprağı, havayı ve ateşi(ışık) farklı derecelerde taşıma özelliği var, havanın da toprağı, suyu ve ateşi taşıma özelliği var. Toprak da aynı şekilde her bir elementi taşıyabiliyor. Bütün elementlerin birbirini ileterek, taşıyarak etkileşimin olduğu bir evrende ışığın uzay boşluğunda boşlukta iletiliyor olması bana saçma geliyor. Ya peki ışık havadan daha hafif, görünmeyen, hızlı ve uçucu, ama ışıktan daha ağır, yavaş ve eterik başka bir element tarafından her alanda taşınıyorsa? Işığın hızına o kadar yakın ama ondan çok az yavaş, ve bu yüzden çok yakın mesafelerde sanki ışığın düz gittiğini zannetsek de aslında ışığı çok uzun mesafede aynı suda veya havada büküldüğü gibi minimal seviyede de olsa bükülüyor ise? Ve bu eterik alan kendi formunda bir şekle ve dalgalara sahip ise? Ve ışık aslında göremediğimiz bu eterik maddenin içinde kıvrılarak ilerliyorsa biz düz görüyorsak? Belki de o yüzden kara delikler var. Kara deliklerde zamanın yavaşladığı söyleniyorsa, bunun nedeni belki de ışığın o yoğun eterik alanda artık iyice yavaşlaması ve daha çok spin atmaya başlaması ve bu yüzden kavisleniyor olması olabilir mi? Bizler çok uzaklarda olduğu için bu kara delik olgusunu idrak etsek de, ve hatta nihayet resmini bile çekebilmiş olsak da, ya peki en dibimizdeki minyatür kara delikler ne olacak? Ya her yer eterik bir madde havuzu ile doluysa ve tüm elementler birbiriyle etkileşimde sürekli bir enerji alışverişi yapıyorsa? Ve ışık bile bundan kaçamıyorsa ve oyuna o da dahilse?
Ya peki soluduğumuz hava? Ya sadece hava değilse, içinde toprak, hava, su olduğu kadar ışık parçaları da varsa? Aldığımız her bir nefes aslında aynı gibi görünse de içeriği her seferinde farklı olabilir mi?