Düşünceler, düşünceler, yine öylesine aklımdan geçen düşünceler
- Hande G
- 11 Haz 2019
- 4 dakikada okunur

Her bir insan her bir yaşam ne kadar farklı. Birinin düz ve doğru gördüğü istikamet birinin döndüğü ters yön olabilirken birinin durduğu nokta bir başkasının kaçtığı nokta olabilir. Ve bizler durmadan kesişiyoruz. Farklı gerçeklikler, niyetler, eğilimler, amaçlarla yaşarken kesişiyoruz. Ya yollarımızı kesiyoruz, ya çarpışıyor ve bilardo topları gibi o köşeye derken başka köşeye yuvarlanıyoruz, ya duruyoruz ya da geri dönüyoruz. Her kesişme bizi etkiliyor. Fiziksel, mental, duygusal ve ruhsal kesişmeler. Elbet en bariz olanı fiziksel olanı ve en belirsizi görünmeyeni ruhsal kesişmeler. Her ne oluyorsa olsun zamanın deneyimlendiği bu tecrübeler denizinde bir yöne doğru hep ilerliyoruz. Kendimiz çabalasak da çabalamasak da. Çabalamak gerekir mi? Çabalamak ne kadar bizim kontrolümüzde ki? Her çaba bir beklenti ve her beklenti bir mutluluk veya bir üzüntü getiriyor. İnsan nereye gideceğini nereden bilebilir ki bir şey beklesin? Koca bir deryanın içinde (olması gerekir mi bilemem ama) hedefini görebilir mi ki yönelmek istesin oraya? Peki ya yol arkadaşlarımız? Ne kadar süre beraber aynı hızda ve aynı yönde ilerleyebiliriz ki birlikte? Herkesin gelişim hızının farklı olduğu ve her an başkalaştığı bir zaman ve mekanda ne kadar birlikte aynı şekilde kalabiliriz ki? Öyleyse bunca ilişki neden? Beraber kalabilmek için değilse neden? Amaç ne? Neden çarpışalım? Ya da neden etkileşelim? Ben bize mi yoksa sana ve bana mı bir şey verebilir ya da alabilirim? Tüm bu alışveriş, bu paylaşım ne için? Birbirimize benzemek için mi? Bence ,Hayır. Çünkü her paylaşım ile sen, ben ve biz bırak birbirimize benzemeyi yepyeni bir şeye dönüşüyor ve farklılaşıyoruz ki. Yeni ve yepyeni bir şey olmak, yaratmak gibi. Eğer paylaşımımızın amacı bu ise ve hakkını vermek istiyorsak her an kendimizi şaşırtmaya hazır mıyız ki? Her an ben bu da değilim artık demeye hazır mıyız ki? Her an ölmeye ve yeniden dirilmeye hazır mıyız ki? Her an birlikte olabildiğimiz kadar ayrılabilmeye de hazır mıyız ki? Ne kendin sandıklarına ne bir başkasına yapışmamaya hazır mıyız ki? Herkes ama herkes... Kendin, annen, baban, çocuğun, eşin, dostun, ve yine söylemek istedim :) kendin :) ...her bir ilişki, annenle, babanla, çocuğunla, aşkınla, arkadaşınla, sokaktaki insanla, kedi köpekle, altında oturduğun ağaçla, üstünde oturduğun sehpayla, yüzünü yalayan rüzgarla ve duyumsadığın ve belki duyumsamadığını sandıkların da dahil her şeyle olan ilişkin ve en önemlisi de kendinle olan ilişkin bunların hepsi bir an var ve gerçek, ve bir sonraki film karesine kadar orada, ve her an gibi bir var iken sonra yok. Neden sadece bir karede kalmaya çalışıyoruz ki? İstesek de kalamıyoruz ve bir gün geliyor ve inkâr etmek için gözlerimizi o kadar kapatsak da dikkatimiz dağıldığı bir anda, belki bir an bir iğne battığında mesela:) , bir ah ile gözlerimizi bir an açıyoruz ve bir bakıyoruz ki, o karede ne sen var ne bir başkası artık tanıdık. Kimi az değişmiş kimi çok. Ama her şey değişmiş. Ve bunca zaman sen kendi filmini izlemek yerine uyumuşsun. Ve sanki bilmediğin bir rüyaya, belki de kâbusa, bilmediğin bir kendine ve hayata uyanmışsın. Yanında sandıkların annen baban dahil hepsi çok farklı imiş. Her bir kare zamanın bize verdiği bir emanet. Ve her karenin içindeki hikaye ve oyuncuları, sahipleri bir emanet. Her bir deneyim emanet. Her bir duygusu ve bilgisi bir emanet. Bir sonraki kareye kadar emanet. Ve her ne birleştiriyorsan göreceğin film sana ait. Sen hangi kareleri görüyor ve nasıl birleştiriyorsan ve nasıl bir anlam, nasıl bir film çıkarıyorsan sana ait. Sen kendi filminin yönetmenisin. Hem başrol oyuncususun hem de yönetmenisin. Ve her bir karenden sorumlusun. Akışkanlıktan ve süreçten sorumlusun. Eğer kabul etmiyorsan da sorun değil, evren kocaman ve sen yönetme hakkına sahipken, eşzamanlılıkta her kesişmelerde ve çarpışmalarda bir süre başka bir yönetmemin filminde de oyuncusun aynı zamanda. Oyun hep var, yönetmen çok. Ama herkes farklı ve herkesin yaratıcılık kabiliyeti, şeyleri anlamlandırma ve birleştirme tarzı ve hızı farklı. Ve bizim ne kadar yaratıcı olmak istediğimiz değişebilme ve öğrenebilme hızımıza bağlı. Ve evet bazen herkes senin kadar hızlı olamayabiliyor ve hızına yetişemeyebiliyor. Ve bir bakıyorsun ki bir zamanlar baktığın kareler tamamen değişmiş ve aynı kişiler aynı karede bir araya gelemiyor artık. O zaman neden bir araya geliyoruz diyoruz kendimize. İlişkiler neden var? Hareket neden var? Neden bir akış var? Bir şeyler, yeni bir şeyler keşfetmek ya da yaratmak için mi? Var olan ve keşfedilen her ne varsa eşsiz olduğu için mi? Bir daha tekrarı olmayacağı için mi? Bu geçilen yollar bir daha geçilemeyeceği için mi? Bu kadar özel olduğu için mi? Aslında sonsuzluğun ve hiçliğin içindeki bu özel olan bu tekrarı olmayan şeyler tek bir seferlik olduğu için mi ölümlü gibi ve akıyor gibi ve zaman var gibi? Belki de hiç bir zaman var olmamış ama her an olabilecek her bir sonsuz potansiyelin anlık patlayış ve aydınlanışlarından mı ibaret var oluş? Ve her bir aydınlanıp canlanan bir an meksika dalgası gibi her yöne doğru etrafına yayılıyor ve akıyormuş algısı yaratıyor olabilir. Hayali, var olmayan bir mekanda bir an varmış gibi yatılan bir hayalet meksika dalgası. Ve o kadar sonsuz ki sonsuza kadar böyle akıyor gibi duracak ve her bir zerresi özel olacak. Yok olabildiğimiz kadar var olacağız, yıkabildiğimiz kadar yaratabileceğiz, hiç olduğumuzu hatırlayabildiğimiz kadar çoğalacağız, değişerek, yayılıyormuşçasına titreşerek bir var bir yok gibi. Ve ben bunu hatırlamak isterken kim benim hızıma yetişebilir? Kendim bile yetişebilir mi emin değilim? Her anına farkında bir şekilde farkında olabilir miyim? Kendimle ve her şeyle olan etkileşimim, iletişimim bunların neresinde dersem diyebileceğim tek şey: ben bir hiçim, ve yaratıp hareket edebilmem için şey olduğumu sanmam gerek, ister beni yavaşlat ister hızlandır, ama hep etkileş. İster dokun, ister hisset, ister iletişim kur ister sadece ruhuma dokun, burada ol ki ben de olabileyim ve her olmayan (zihnimize göre olmamış sandığımız) ne varsa keşfedilmemiş ve hala uyuyan, bir an oraları da uyandıralım ve her uyanan potansiyel gibi kendi bilincine sahip olsun, istediği hızda hareket etsin ya da istediğinde uyusun, ama bir kere canlansın. Ve hiç yokken şimdi bir var bir yok olsun artık.