Bir varmış bir yokmuş
- Hande G
- 2 Tem 2019
- 7 dakikada okunur
Bir varmış bir yokmuş. Çok geniş ve çok yüksek kocaman bir dağ varmış başka da bir şey yokmuş. Yani insanlar öyle biliyor öyle diyormuş. Bu insanlar bu dağın eteklerinde yaşarlarmış ve dağın etrafında dolanan bir yolda yürür dururlarmış. Neden yürüyorlarmış onu ben bilemem masal işte ya yürüyorlarmış. Hatta bu dağ o kadar büyükmüş ki insanlar bunun bir dağ olduğunu bile idrak edemiyorlarmış, söylentilere göre dağ olduğunu varsayıyorlarmış. Rivayete göre bu dağın tepesine çıkarsan o zaman dağdan öte ne var görebilirmişsin. Belki de ondandır insanlar bir umut, bir hayal, bir inanç işte bu yüzden yürüyorlarmış. Bu varlığı hissedilemeyen dağda 4 mevsim yaşanıyormuş. Ama insanlar bunu pek anlamamışlar. Neden yaz oluyor, neden kış oluyor, ya da baharlar mı var pek bilmiyorlarmış. Bunun en büyük nedeni de her ne yaşıyorlarsa o anda ona adapte olup benimsemeleriymiş. Bir döngü olduğundan bi haberlermiş. Zaten bu kadar koca bir dağdaki yolun döndüğünü nasıl bilebilirlermiş ki, yol dümdüz gibi duruyormuş. Oysa dağ yolu dönüyormuş ve insanlar döndüğünü hiç hissedememişler. Tek yaptıkları yolda yaşadıklarına adapte olmak ve kabullenmekmiş. Dağın bir tarafında hep sabit duran kocaman bir güneş varmış. Dağın bu yüzü hep yaz, iki tarafı da baharmış. Dağın güneş görmeyen arka tarafı ise hep kışmış.
Bu dağın yaz tarafında küçük bir kız yaşıyormuş. Zıplaya zıplaya laylaylom yolda gezinirmiş hep. Gel zaman git zaman bir bakmış hava soğumuş her adımda. Ama hoşuna da gitmiş o bunaltıcı yaz sıcaklarından sonra gelen o serin hava ve dökülen sarı yapraklar. Her yer büyülü bir masal yeri ve bir karnaval gibi renk renk ve ilham doluymuş. Hoşuna gitmiş ve dalmış içine manzaranın ve adapte olmuş hemen ortama. Orda yürümeye devam etmiş tabiki de seve seve. Etrafındaki herkes de aynı şekilde enerjik ve neşeliymiş. Zaman geçmiş havalar daha da soğumaya başlamış. Hemen bir mont giymiş üstüne. Adapte olmuş yine zamanla ortama, yani soğuğa bile. İnsan işte, şartlar ne ise uyum sağlamak konusunda kendini korumak adına çok yetenekli. Herkes de onun gibiymiş zaten. Ama ilerledikçe mont bile yetmemeye başlamış. Acaba kuytu bir yer bulup sığınsa mıymış ki? Yolda bazı yaşlı bilge(?) teyze ve amcalara denk gelmiş. Belli ki bayadır burada yaşamışlar ve tecrübelilermiş. Derken bir bakmış ne kadar çoklar? Hepsi kıyıda köşede kendilerine birer sığınak yapmış üstlerine koca koca montlarla enerjilerini koruyup ısınmaya çalışarak yaşam mücadelesi veriyorlarmış. Bir tanesi küçük kızı durdurmuş ve demiş ki: Üstün çok ince, üstüne bir şeyler giymelisin. Ve dışarlarda böyle sürekli gezinirsen daha çok üşürsün, istersen gel yaptığım evde otur. Ben uzun zamandır burada yaşıyorum ve bu konuda çok tecrübeliyim artık. Eğer sen de yaşamak istiyorsan bence beni dinle. Gördüm ki hayat böyle bir şey ve hep böyle gidiyor, ilerisi de çok riskli ve hep daha kötüye ve soğuğa gidiyor, devam edersen ölebilirsin. Kendini korumak ve yaşamak istiyorsan burada bana güven ve kal. Küçük kız bunu mantıklı bulup bir gece orada kalmış. Ertesi gün de başka bir evde. Zaten ilerlemek çok zormuş, çünkü hareket edemeyecek kadar soğukmuş. İnsanlar neredeyse kış uykusuna yatacaklarmış. Ama burada sorun şu ki, kış uykusuna yatınca bir bahar gelemediği için donarak ölüyormuşsun. O yüzden uyumamak, donmamak gerek, sadece yaşayabilecek kadar yavaş hareket etmek yeterliymiş. İnsanlar işte böyle ya yollarda donmuşlar, ya da kendilerine sığınaklar yaparak koca dağın bula bula en soğuk ve zorlu bölgesinde yerleşip ev dedikleri yerde yaşıyorlarmış. Sanki suyun akıp da artık donduğu yerde ilerleyememesi ve orada kalması gibi insanlar da burada donup kalıyormuş. Küçük kız hala enerjisi olduğu için evden eve atlaya atlaya her gece bir yerde kalarak yolda yavaş yavaş ilerliyormuş. Sonunda son bir eve gelmiş. Ötesinde başka bir ev yok gibiymiş. Ya sonra ne olacak? Devam edecek mi? Her yer karla kaplı ve yürümek istese çok zor. Ve üstündeki mont da her ne kadar onu korusa bile bir o kadar da ağırlığı ile yavaşlatıyormuş onu. Son evde bir süre yaşamış. Ama o kadar soğukmuş ki evin içi bile artık zor ısınıyormuş. Ve erzak da bitmek üzereymiş. Burada yiyecek, beslenecek ne bulabilir ki? Ne kadar bu şekilde yaşayabilir ki? İnsanların bu şekilde yaşamaya alışmalarına ve buna ev demelerine anlam veremiyormuş. Belki de çoğu artık yaşlı olduğu ve çocukluk ve gençliklerindeki yaz ve baharı unuttukları içindir. O enerjiyi unutmuş olabilirler mi? Yoksa sadece ölüm korkusu mu sarmış hepsini? Evet, belki hatırlıyorlar, ama şimdi neredeler? Ve neye adapte oldular. Yaşama tutunma mücadelesi içinde ciddi bir işteler. Geride kalanlar belki de sadece unutulmaya yüz tutan birer anı, o kadar. Ama küçük kız burada yaşlanmak istemediğine karar vermiş. Ve deneme yapmak için yola çıkmış. Her gün evden çıkıp evden uzaklaşıyormuş, sonra geri dönüyormuş. Hareket ettikçe ve vücudunu ısıttıkça daha çok ilerlediğini fark etmiş. Sonra daha ince giyinmeye başlayınca hafiflediği için daha hızlı olduğunu fark etmiş. Derken günler aylar geçmiş. Artık bir gün çok daha fazla ilerlemiş. Ve bir yere gelmiş. Bir bakmış ki çok terliyor. O da ne? Eriyor muyum diye düşünmüş. Evet, aslında eriyormuş. O an tam çözememiş ne olduğunu. Sonra geri dönmüş eve. Ve yine en uca kadar gitmiş ertesi gün ve ertesi gün, yine eriyor ve dönünce bir bakmış donuyormuş. Bir bakmış ki, aslında bedeni koca bir buz kalıbına dönmüşmüş diğerleri gibi. O yüzden de belki soğuklarda yaşamaya bu kadar alışmışlar çok hissetmediklerinden soğuğu. Küçük kız her gün evden uzaklaştıkça bedeni eriyormuş ve inceliyormuş. Ve her eve döndüğünde daha çok üşümeye başlamış. Herkes niye bu kadar donuk ve hantal anlam veremiyormuş. Bir gün yine taa uzaklara yürümüş ve uzun zaman sonra ilk defa güneş ışığını görmüş. Ve ışığın tenine dokunmasıyla birden bütün buzlar erimeye başlamış. Kızın geldiği yer aslında ilkbaharın ilk gününün olduğu noktaymış. Yani bizim dünyamızla 20 -21 Mart. Kız yine evine dönmüş. Ertesi gün yine ilkbahar bölgesine kadar gitmiş ve biraz daha ilerlemiş. Artık o eski bahar ve yaz sıcaklarını hatırlıyormuş. Nasıl unutmuş ki? Derken karşısına bir kapı çıkmış masal bu ya. Asansör kapısı gibi bir şeymiş bu. Yandaki düğmeye basmış ve kapı açılmış. Kapının arkasında tam ara katta kalmış bir asansör görüntüsü varmış. Alt katta o ilk geldiği bahar ve yaz yerini görüyormuş. Üst kat ise belirsiz ve anlamsızmış. Birden arkadan koşarak gelen birkaç kişi görmüş. Aynı onun gibi soğuklardan gelip kaçıp burayı yeni keşfetmişler. Biri o kadar mutlu olmuş ki tekrar alt kattaki yazlık evi görünce hooop atlamış hemen aşağıya. Biri daha gelmiş o da bakmış sevinçle ve o da hop atlamış alt kata geçmiş gitmiş hemen. Küçük kız bakmış da bakmış kapıya. Alttaki dünyadaki kendi halini hatırlamış birden. Ne kadar mutlu ve enerjik, neşeli günlerdi. Ne kadar güzeldi o zamanlar diye düşünüyormuş. Yol hangisinden devam ediyormuş ki peki? Üst kat hala serin ve zorlu duruyor. Alt kat ise başladığım yer gibi durmuyor mu? Hangisinin seçileceğine karar verilmesinden öte asıl mesele bu kapıdan geçince kapı arkamdan kapanacak mı? Diye düşünmüş.
İnsanın belki de yol almasında ve yeniliklere açık olmasında en büyük engel bulunduğu nokta her neresi ise oraya bir şekilde uyum sağlaması ve benimsemesi beğense de beğenmese de. Kimi buna büyük resmi unutması da diyebilir, kimi de yaşadığı yer her neresi ise oraya kök salması da diyebilir, kimi de güvendiği ve benimsediği yere evi demesi diyebilir. Herkes aslında kendine bir ev arıyor. Bazıları için bu çok ulaşılmaz ve uzaklarda, bazıları için ise her nerede ise orası. Bu evler bazen bizi özümüzden ayırıyor, bazen ise özümüze yaklaştırıyor. Her nerede olursa olsun insan bulunduğu yere sığınıyor ve unutuyor gerçekten burası nihai ev mi diye. Yürümekten vazgeçen biri için evi ne kadar zor şartlarda bir yerde de olsa orası onun her zaman evidir başına yıkılıp o zor şartların altında o kişi ölene kadar. Orada yaşamaya alışmıştır ve ona o kadar da zor gelmiyordur artık orası. Belki de bu yüzden zor oluyor adım atmak. Çünkü asıl evini aramak için yola çıkan insan, gerçek sandığı ama gerçek olmayan evlerini terk etmek zorunda kalıyor her seferinde. Kavuşmak için her seferinde terk etmek zorunda. Kışın ortasında ılık bir evde yaşarken bir anne en iyi yol olduğuna inandığı için çocuğunu korumak için onu evde tutmak isterken ve onu tutarken, bir çocuk daha enerjik ve cesur olduğu için kendini bilinmeyene atmak için onu koruma niyetinde olanlara karşı gelmek, ve hatta savaşmak zorunda kalabiliyor. Aslında hepsi haklı. Çünkü herkes en doğru olduğunu bildiği, sandığı şeyi yapıyor. Kimi risk almaktan ve meydan okumaktan yana, kimi yaşam mücadelesi ve korunmaktan yana. Kimi ilerlemekten yana, kimi durup enerjisini korumaktan yana. Her yer evimiz gibi, her nerede isek ve her an terk etmekle orada yaşamak arasında gidip geliyoruz. Ya evden kaçıyoruz ya da eve kaçıyoruz. Herkes kendi için en doğrusunu yapıyor, evi sandıkları, koruması gerektiğini sandıkları için karışmak, müdahale etmek ve hatta onun ve onlar için gerekirse savaşmak hakkına sahip sanıyor kendini. Herkes çok biliyor, ve ortada kalan çocuklar şaşkın bir şekilde izliyor…Çünkü çok sahipleniyoruz, çünkü kendimizi asıl evimizde sanıyoruz, içini dayıyor döşüyoruz, içini insanlarla doldurup bir dünya kuruyoruz. Ve o dünyanın içinde büyüyen çocuklar yetiştiriyoruz. Burada kalmaya devam ettikçe yazı ve baharı hiç bilmeden kışın ortasında doğan çocuklar bir bir artacak ve inanacaklar ki sadece tek mevsim var ve hayat böyle bir şey. Alışmak? İnsanın en iyi yeteneklerinden biri…
Benim için belki de kızım bir dönüm noktası oldu. Ne tesadüf ki gebelik başlangıç tarihim 20 Mart, yani bir ilkbaharın başlangıcı olan gün. Ve doğduğunda aralık ayı idi ve kışın en soğuk günleriydi, hatta kar yağmaya başlamıştı. Sanırım o gün içimdeki çocuğu hem fiziksel hem ruhen doğurmuşum. Çok soğuk olan o günlerde bana yazı hatırlattı. İçimdeki çocuğu hatırlarken bir anne olmanın ne demek olduğunu ve ikisini aynı anda yaşamanın ne demek olduğunu bana içimdeki çocuğa ayna olarak gösterdi gerçekten. Ama bunu hemen anlamadım çünkü aynadan yansıyanlar üzerimde öyle bir gerilim yaşatıyordu ki ben gerilimin içinde kaybolmaktan dolayı o anı kaybettim ve sadece yaşadım. Şimdi baktığımda ise neden dolayı böyle olduğunu görebiliyorum. Çünkü bana hatırlattığı şeyler yüzleşmekten kaçtığım göz ardı ettiğim şeylerdi ve beni huzursuz etmişti.
Eğer içimizdeki çocuğu hatırlarsak nasıl o kış mevsiminde yaşamaya ikna olabiliriz ki. Çocuklar hareket etmeyi çok sever.
Belki de kıştan ve donmaktan kurtulmanın en iyi yolu içimizdeki çocuk enerjisini ve sıcaklığını hep hissetmek. O manzarayı gözümüzün önünde tutmak. Ne kadar mutlu ve güzel olduğumuzu hiç unutmamak. Ve o asansör kapısına geldiğimizde de ya daha da sıcağı ve güzeli varsa diyebilmek bir çocuk merakıyla. Yetişkinler gibi kendini garantiye almaya çalışmadan, elindeki en güzel şeyin en nihai güzel şey olduğunu düşünüp daha güzelinin de olabileceğini sorgulamayacak kadar korkak ve garantici olmadan. Sadece en güzelini hep hatırlayıp bir basamak gibi üstüne basıp bir üstüne çıkmak isteyerek ama o güzel anılara da tutunmadan, sadece onları referans alıp onlardan destek alıp yükselerek daha iyisi için ilerlemeli.
Her yolun bir kısmında kışa denk geldiğinde insan onu bunu dinleyerek bir gece orda bir gece burada oyalanmamalı belki de. Çünkü bir an önce koşarak geçmeli oralardan kimseye takılmadan. Çünkü burada yavaşlarsan farkında olmadan yavaşlarsın ve kalırsın. Burası slow motion film gibi bir yer, sen farkında olmazsın ama dışardan bakıldığında aslında çok da hareket etmiyorsundur. Ve her ne olursa olsun sadece yürümeye devam etmelisin, her ne kadar üşüsen de. Kimseyi dinlemeden, sadece bildiğini yaparak ve unutmadan, dalmadan.