Kupa dediğin şey boş değil mi?
- Hande G
- 3 Tem 2019
- 5 dakikada okunur

Bugün aslında daha önceki yazımın devamı niteliğinde bir yazı yazmaya niyet ettim çünkü o yazıda aslında aralarda bahsedemediğim çok şeyler vardı ama ana konudan uzaklaşıp, dağılıp karmaşıklaşmaması adına şimdi burada yazıyorum tabi yine dağılmazsam :)
Bugün aklıma gelen kelimeler: değerler, beslenmek, rekabet, ilham, olasılıklar, potansiyel ve kinetik enerji
Daha önce de söylediğim gibi hepimiz kendimize biçtiğimiz değer kadar var olma çabasına giriyoruz ve varlığımıza katacaklarımızı ve besinlerimizi seçiyoruz. Bunlar eğer ki aslında yanılgılarla dolu değerlerden oluşuyorsa yanılgılarla dolu bir beslenmeye sahibiz demektir. Paranın çok değerli olduğu bir yaşamda hayatta bu değeri parlatmak ve var olmak için insan parayla besleneceği şeylerin mücadelesine girebilir. Ve belki bunun için savaşması ya da her ne yapması gerekiyorsa bunu yapabilir. Ya da ömrü boyunca çalışarak hep parayı korumaya çalışabilir ve bir şekilde beslenmek istediği şeyler uğruna asıl besin kaynaklarından mahrum kalabilir.
Gördüğüm şu ki çoğumuz inandırıldığımız bir değerler dünyasında yanlış hedeflerin peşinde mücadele ediyoruz. Bir insan doğduğu zaman ona kendinin ne kadar değerli olduğu ve bunu kendinin keşfetmesi gerektiği öğretilmek yerine ona dünyanın ve değerli olanların bir listesi verilip bunlar öğretildiğinde işte tüm hayat mücadelesi de yaşadıkları da öğrenilmiş ve planlanmış yanılgılarla dolu bir hayat oluyor. İçinde ne bir kendindenlik, özgünlük ne de bir yaratıcılık barındırıyor. Çünkü o insan tüm enerjisini sadece doğru olduğuna inandığı değerlilere ulaşmak için harcamaya ve bu uğurda gerekirse mücadele etmeye, savaşmaya başlıyor. Tüm bu oyalamalar içinde o insan belki sadece dibe vurup tam da bezdiği anda belki ben ne yapıyorum diyebiliyor. O zaman belki şunu da görüyor ki uğruna mücadele ettiği savaştığı şeyler için karşısına aldığı tüm rakipler de aslında sahteydi. Ve karşılıklı yalan bir mücadelenin içinde sadece debeleniyorlardı. Birbirlerinin yalanlarını beslemekten başka bir şey yapmıyorlardı aslında.
Oysa rekabet deyince benim aklıma coşku geliyor. Karşımda benden daha iyi özellikleri olan ya da üstün özellikli bulduğum birini gördüğüm zaman seviniyorum onunla karşılaştığım için. Çünkü beni gaza getiriyor. Bana ilham veriyor. Onu alt etme duygum egom olduğu için değil bu gaza gelmek. Çünkü biliyorum ki benim alt edebileceğim tek kişi kendimim, ben sadece kendimi yenip kendimi geçmeye çabalayabilirim. Ve karşımda gördüğüm insan ise bana kendimi iyileştirmem konusunda ilham verici olabilir sadece. Bana yeni olasılıkların olabileceğini hatırlatarak benim için de bu olasılıkların kabul edilebileceğini gösterebilir ve ben bunu kabul ettiğim an kendimi yenileyerek daha iyiye gidebilirim. Yani aslında rekabet diye ifade edilen şey minnet duyulması gereken bir şey. Ve ben hep güçlü rakiplerim olmasını diliyorum :) Ve bu arada daha iyiye gitmek diye bir şey (böyle bir çaba) var mı onu da bilmiyorum ama bir yere illaki gidiyorsam iyiye gitmeyi tercih ediyorum :)
Ama nedense insanların çoğu bu noktayı kaçırıyor. Birini yenme duygusu nedense asıl amaç gibi geliyor. Sanki bir savaş oluyor ve yenen taraf karşı tarafın bütün mallarına hazinelerine el koyuyor. İşte zaten bu mantalitenin olmasının nedeni de değerlilerin taşınabilir özelliklerinin olup olmaması. Eğer ki maddi şeylere çok değer veriyorsan zaten bunlar kazanılabilir veya kaybedilebilir demektir. Yani bu durumda kazanmak alt etmek, elde etmek çok normal geliyor insana. Maddiyatın değerli olduğu bir yerde hırs, savaş, rekabet ve alt etme ve madalya kazanma çok önemli. İnsan bunlarla besleniyorsa tabiki de oyunu kuralı göre oynayacak ve rolüne sahip çıkacak. Ve zaten böyle bir mücadelenin içinde ilham, rakibe minnet duyma çok da gerekli olmuyor.
İnsan ne zaman ki sorguluyor ve gerçekten neye değer verdiğini anlıyor, işte o zaman maddiyattan beslenmeyen bir insanın da onun için mücadele etmesine, kazanmaya çalışmasına, kaybetmekten korkmasına gerek kalmıyor. Ve hep yazdığım gibi, bence bir insanın en değerlisi kendine has yetenekleridir. Sen var oldukça onunla istediğin yere gidebilir, istediğin yerde yaşamaya devam edebilirsin. Onu kazanmak için ya da çalmak için ya da kaybetmemek için uğraşman, savaşman gerekmez, çünkü o hep senledir. Ve inanın ki taşıması da en hafif şey. Bir insan evini taşıyacağı ya da ülke değiştireceği zaman en zorlayan şey onca maddi malın oradan oraya taşınması bence. Hem ağır hem de daha çok sorumluluk gerektiriyor eğer ki kaybetmek istemiyorsan.
İşte rekabet duygusu ve sana ne ifade ettiği böyle değişebiliyor. Bir insanı yenip elindekilerini kaybettirmekten zevk almıyorsan, o insanda göreceğin daha değerli bir şeyler bulabilirsin. Ve bilirsin ki eğer en değerlinin en orijinal ve içeride olan şey olduğunu, amacın o şeye dokunup onu elde etmek değildir ya da onu geçmek de değildir. Çünkü gördüğün o mücevher sadece çok güzeldir ve güzelliğine hayran olursun, o kadar. Ve sana hatırlattığı tek şey vardır, kendi içindeki parlayan sana özel mücevher. Bu kadar. Ve senin yarışın, mücadelen, savaşın, ya da adı her ne ise sadece kendinledir. Herkes kendi hazinesini kendi bulacaktır. Ve bulduğu zaman kaybedilemeyecek bir şey olduğu için paylaşabileceği tek şey sadece pırıltısı olacaktır. Rekabet bence bu kadar ilham verici bir şey. Coşkulu, sevindirici.
Peki, bütün bunların potansiyel ve kinetik enerjiyle ne alakası var? Fiziği seviyorum. Aslında maddeyi de seviyorum, çünkü görünür ve bariz şekilde gözümüzün önünde duruyor ve bize hareketleri ve formlarıyla bir şeyler anlatabiliyor eğer anlamak istersek. Maddeyi ve ifade şekillerini gözlemlemeyi seviyorum. Ve eğer istersek maddede gözlemlediğimiz her ne var ise bunların aslında görünmeyende de benzer şekilde yaşanabileceğini düşünebiliriz ama bundan daha sonra bahsedeceğim.
Bir insan artık en değerli olarak kendini gördüğü zaman işte beslenmek için aradığı şeyler de yine bir insan oluyor ve rekabet denen veya savaş denen bütün mücadele aslında tamamen farklı bir boyuta gidiyor. Karşı tarafla alıp veremediğin bir şey kalmayınca işte o zaman her şey aslında içinde gerçekleşiyor. Ve önüne gelen bütün canlı ve cansız manzaralar sadece bir şeyler anlatıyor sadece. Ve her biri kendi has pırıltısı ile sana bir şeyleri hatırlatıyor. Senin de içinde olan bir şeyleri. Senin yapabileceğin tek şey dışarıdaki olasılıklara baktığında o olasılıkların kabulü ile kendi olasılıklarını da kabul etmen. Çünkü her şey bir olasılıktan ibaret. Her şey bir potansiyelden ibaret. Olasılıklar ne kadar geniş ve sonsuz ise potansiyeller de o kadar geniş ve sonsuz. Bir şeylerin olabilme olasılığını ne kadar içinde barındırıyorsan potansiyellerin de o kadar geniş. Ve potansiyelin ne kadar fazla ise yapabileceklerin, kinetiğe çevirebileceklerin de o kadar fazla. Ve sadece olasılıklara izin vererek sen belki de enerjini arttırabilirsin. Potansiyel enerjini arttırabilirsin. Enerji toplamak için çok paraya, gıdaya, kopya fikirlere ihtiyacın yok. Bu enerji formları zaten potansiyeli kullanılmış ve harcanmış bir enerji, ve sen artık ondan sana özel bir şey çıkartamazsın. Sadece alıp topu atar gibi aktarabilirsin onu. Ama olasılıklarına izin verebilirsin. Potansiyelini genişletebilirsin. Gerektiğinde istersen ondan bir hareket yarat ve bir iş yap, fayda sağla ya da ne istersen. Bu potansiyele sahibiz, çünkü zaten akan bir yaşamda, hareket eden bir zamanın içinde yüzüyoruz ve hiçbir şey yapmazken bile potansiyel enerjimiz birikebiliyor sanki. Ve bizler bunu hissedemediğimiz için belki de daha görünür ve bilebildiğimiz şeyleri biriktirme ve büyüme çabasındayız. Ancak zannediyorum ki tüm bu birikimler ters etki yaratıp bize engel oluşturuyor olabilir. Tüm mallarımız, tüm duygularımız, tüm bilgimiz ve düşüncelerimiz… İşte aslında içimize böylesine büyük bir potansiyel güç var, ve o kadar durağan ki anlamadığımız için bize boşluk gibi geliyor olabilir ve biz başka şeylerle doldurmaya çalışıyor olabiliriz.
Ve potansiyel enerji fizikteki kurallarına göre cismin kütlesi ve yerden yüksekliğine bağlıdır. Bir bedenimiz, kütlemiz olduğu sürece ve bir yerden bir yere gidebildiğimiz sürece (ki dünyamız ve galaksimiz aslında hareket ettiğine göre bir anlamda bir yere çekilme ya da düşme potansiyeline zaten sahip sayılmaz mı?) yani bu dünyada yaşadığımız sürece potansiyelleri kinetiğe çevirme yeteneğine sahibiz demektir.
Peki, biz bu enerjiyi nasıl kullanmak istiyoruz? İstediğimizi fark ettik mi? Yoksa hala kupalar, madalyalar peşinde mi koşuyoruz?