top of page
Ara

Bir deprem yazısı

  • Yazarın fotoğrafı: Hande G
    Hande G
  • 26 Eyl 2019
  • 4 dakikada okunur

Kendimi bildim bileli depremlerden hiç korkmadım. Ne bir panik ne bir telaş. Ve hep evde oturmaya devam ettim, herkes sakinliğime şaşırırken.

Bugün deprem oldu ve ben hayatımda ilk defa sanırım biraz tedirgin oldum. Yanımda kızım yoktu o an, ama onu düşündüğüm için de değildi sanki. Sadece tedirgin oldum. Sonra oturdum düşündüm.

Neden tedirgin oldun Hande? Ne oldu da birden tepkin değişti bu konuda? Aklıma gelen birkaç neden oldu. Ölüm korkusu zaten kolay atlatılacak bir şey değil insanlar için, ama yaşama isteği ve ona değer verme ölçüsü değişebilen bir şey. Aklıma gelen tek şey, yaşamayı eskisinden daha çok istiyor olmam olabilir.

Çünkü anlar çok kıymetli ve ben her bir anını iyi değerlendirmek istiyorum artık.

Çünkü bu hayatta değerli olan yeni başka şeyler keşfettim ve o şeyler için daha çok vakte ihtiyacım var.

Çünkü yapmaya niyet ettiğim yeni şeyler var. Çünkü ben kendim olmaya yeni başlıyorum.

Çünkü şu an çok ilham doluyum ve artık paylaşmak istiyorum…

O yüzden artık kendime geç kalamam…

................................................................................................................................................................

Biraz da deprem ve korku üzerine gözlemlediklerim ve düşündüklerimden de bahsetmek istiyorum.

Şu an gece ve bizim apartmanın neredeyse bütün arabaları otoparktan çıkmış, dışarı park edilmiş, ama sahipleri evlerinde oturuyor veya uyuyorlar :) Arabalar dışarda, kendileri içerde…Ne enteresan değil mi?

Bugün düşündüm hep, bu insanlar neden depremden bu kadar korkuyorlar, korkularının temelinde ne var acaba. Gerçekten korktukları şey depremin kendisi mi yoksa aslında oturdukları evler mi? Düşünsene, toplum olarak kültürümüz icabı çadırlarda yaşıyor olsa idik acaba bu depremler bu kadar korkutucu olur muydu yine?

Bizler koca koca binalar yapıyoruz. Neden? Ev dediğimiz şey özünde başımızı sokacak bir yer olması içindir. Gece uyurken güvende olacağımız, soğuktan yağmurdan korunacağımız ya da her ne dışsal faktör var ise onlara karşı ördüğümüz duvarlarımızdır evler. Bu belki eskiden mağaraydı, sonra iş büyüdü şimdi gökdelenlerde bile oturuyoruz. Hatta artık sadece korunmak için değil, konfor için prestij için de oturuyoruz. Toplum olarak yaşadığımız yerin evde oturma şartlarını normal algılıyoruz. Kimse de demiyor ki ben yok böyle oturmam çadır kurucam sokağın ortasında. Zaten karşı gelirsen evsiz ve toplum tarafından dışlanmış damgalanmış oluyorsun. O zaman bizlerin öğrendiği şekilde bir evde yaşaması, kendini koruması ve güvenceye alması hep dışarıdan öğretilen aslında. Belki de sırf dışlanmamak için sorgulamıyorsun bile. Bir insanın en temeli olan ait olma hissi, evi, kök saldığı yer ve şeyler kolay kolay sarsılmayı sevmiyor, zaten sarsılmaması da gerekiyor. Ya da şöyle söyleyeyim sarsılsa bile hemen yıkılmaması gerekiyor ki oradan güç alabilsin ve uzasın bir ağaç gibi. Ama düşünsene, o sağlam dediğin temeller sana öğretilmiş ve belki de sağlıksız ya da zayıf, ve vakti geldiğinde yıkılmaya mahkum. Felaketi yaratan şey deprem mi yoksa başımıza yıkılabilecek evler mi? O zaman niye o evlere başımızı sokuyoruz? Bizi koruyan şeyler gün gelip hapishanemiz ya da mezarımız olabiliyor.

Çünkü aslında belki de hiçbir zaman oraya ait değildin. Sadece geçiştiriyordun. Görmezlikten geliyordun. Sanki hiç deprem olmayacakmış gibi yaşamak kolaydı. Riskliydi ama konforluydu da. Sanki hiçbir şey değişmeyecek gibi, gittiği yere kadar gitsin mantığıyla yaşarken, birden bir deprem olduğunda hoop tüm suçlu deprem olacaktı. Oysa çok iyi biliyorsun ki, sen korktun çünkü içten içe biliyorsun ki, çok iyi hazırlanmadın, tembel tembel yattın ve seni mucizelerin kurtarabileceği gibi felaketlerin de yok etmesine razı geldin. Bu ikisinden biri gelip kurtarana ya da yok edene kadar hiçbir şey yapmadın, sadece uyudun ve saklandın. Sen sandın ki o deprem seni yok ediyor. Oysa seni yok edecek olan şey senin yarattığın konforun, illüzyonun, kendine söylediğin yalanların ve cehaletin. Bilmemezlikten gelmen, görmemezlikten gelmen, değişmeye direnmen ve öylece tembellik yapman. Yani cehaletin. Orada o vurdumduymazlık ve cehalet ile çok mutlu iken, sana her şey dışarıdan gelen ya mucize ya da felaket olarak görünüyor. Çünkü o kadar senle alakasızdır ki, görmezsin bile kendinin felaketinin kendin olduğunu.

Sen yaptın o evi. Sen oturuyorsun içinde. Ne yaparsan onu yaşarsın. Doğayla uyumlu olmak istersen de öyle yaşarsın. Elbet tüm doğa felaketlerinden kaçamazsın, korunamazsın. Bir yıldırımın başına düşmesine engel olamayabilirsin, bir tsunamiden kaçamayabilirsin, bir hortuma yakalanabilirsin. Ama tutup da yıkılacak evler yapıp içinde oturmayabilirsin eğer korkacaksan, gidip de bir gün patlayacak bir volkanın dibinde yaşamazsın, ya da çığ düşebilecek bir yerde yaşamayabilirsin. Doğayı tanıyarak, onunla iletişim halinde kalarak onunla beraber uyumlu yaşayabilirsin.

Ama sen suçluyu hep kendinden başka her yerde bulabilirsin. Hey sen insan. Yaşadığın felaketlerin çoğu senin yarattıklarının bir sonucu. Acıların çoğu senin kendi başına ördüğün şeylerin sonucu. Yaşanan açlıklar, savaşlar, kıtlıklar, hastalıklar, tartışmalar, kavgalar, eşitsizlikler, adaletsizlikler, felaket dediğin yıkımlar, hepsi senin tercihlerin ile oluyor. Sen tüm bu acıları kendi kendine yaratıyor ve yaşatıyorsun. Hiç biri dışarıdan sana ceza olarak gelmiyor. Hepsi senin cehaletinin sonucunda kendine yarattığın suni acıdan ve felaketten başka bir şey değil. Ve sen hala neden acı çektiğini veya korktuğunu göremiyorsun. O kadar körsün ki, o kadar ilgisizsin ki. Sadece korkuyorsun, donup kalıyorsun.

O deprem dışarıda olmuyor. Aslında senin içinde oluyor. O evler yıkılırken, olan sadece tutunduklarının bitmesinden ibaret. Yıkılan sadece evler mi? Yoksa sarsılan şey bir an için cehaletin mi? Ya enkazın altında kalacaksın ya da kalmamayı tercih edeceksin. Ya yıkılmadan bir an evvel oradan kaçacaksın, ya da kaçmazsan felaketlere razı geleceksin. Şanslıysan muzice olur ve belki kurtulursun. Belki cehaletine devam ettiğin yerden devam edebilirsin o zaman hayırlı olsun.. Ya da belki değişirsin. Kendine sonu acı veren güvenli sandığın hapisler yaratıp içine kendini hapsetmekten vazgeçersin. Belki görürsün, o duvarların hiç biri sana ait değil. Ne kadar az sahiplenirsen o kadar az altında kalırsın. Korkularının çoğu sana ait değil. Yok olanların çoğu sana ait değil. Yok olan her şey var olduğunu sandıklarından ibaret. Sanrılardan ibaret. Arzularından ibaret. Doğru sandıklarından ibaret. Ama yıkılıyorsa bil ki evet doğru gibiydi, ama artık yanlışlar. Mükemmel olmak zorunda değilsin, korkma, yanlışlarının altında ezilmekten korkma. Ya da istersen yanlışlarının içinde hapsolma, çık hemen oradan. Hapsetme kendini hiçbir doğruya…

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Uyan

İyileşmek için önce iyileşmeyi istemek gerek. İstemek demek, hasta olduğunu ya da bir sorun olduğunu kabul etmek demek. Bende sorun yok...

 
 
 
Hayat

Biraz Hakimsen, hakim olmayan birileri dilinin ucundan sonucunda bir açıklama beklerler. Seçim yapmanı isterler. Çünkü gerçeği, doğruyu...

 
 
 
An’ında Gelenler 4

Başkalarının doğrusuna uyarsan eğri ile eğri kalırsın ama sen de o da doğru zannedersin. Sen kendin dışardan koşullanmadan şartsız...

 
 
 

© 2023 by The Artifact. Proudly created with Wix.com

bottom of page