Denge
- Hande G
- 31 Eki 2019
- 7 dakikada okunur
Bundan tam 1 yıl önce idi. O günkü halimde önümde uzanan yol ile şimdi önümde uzanan yol çok farklı. O zaman içinde bulunduğum ve yaşadığım dünyam ile şimdi içinde bulunduğum ve yaşadığım dünyam o zaman tahmin edemeyeceğim kadar çok farklı. O zamanın niyetleriyle bu zamanın niyetleri çok farklı. O gün bir niyet tutmuştum iyi olacağına inandığım ve hatta ardından çok parlak mavi bir yıldız kaymıştı. O niyet de bir yıldız gibi kaydı ve gözden kayboldu gitti. Bazen iyi olacağına inandığın şeyler gün gelir dersin ki iyi ki olmadı. Bazen kötü sandığın şeyler gün gelir dersin ki iyi ki oldu. Neyin neden yaşandığı ya da yaşanamadığı artık kurcalamadığım bir konu. Tek düşünebileceğim sonunda bana ne getirdiği ya da beni nereye getirdiği. Ve bundan 1 sene sonra da nerede olacağım ve ne yaşayacağım kim bilir…
Şimdiye dönersek, sonunda geldik benim için en güzel zamanlara. Gökyüzünde muhteşem bir enerji, bir manzara var ve benim taa en içime dokunuyor ve her bir zerremde hissedebiliyorum nasıl bağlı olduğumu.
İnsanlar nedense Merkür gerilediğinde işlerin ters gitmesi mevzusundan dolayı zannedersem bu zamanlardan hoşlanmıyorlar. Dışarıda bir şeyler yolunda gitmiyor, karışıyor ve bir kaos oluşuyor ve insanlar ne yapacaklarını bilemiyorlar. Ama suçu geri giden merküre atıp kestirmeden kurtulduklarını zannedebilirler. Aslında otomatik pilotun devre dışı kaldığı bir an bu, ve elle müdahale etmen gerekiyordur belki de. Tam bir şaşkınlık ve şok :) Evet, çok zahmetli ve yorucu di mi :)
İtiraf etmeliyim, ben Merkür gerilemesine bayılıyorum. Çünkü kendimi bildim bileli işlerin ters gitmesi ve rayından çıkması, kaos ve felaketler hoşuma gitti garip bir şekilde. Belki de suçu merküre değil ama kaoslara ve felaketlere atmak iyi geliyordu. Acı ve dramaları sevdiğim için değil, ama bir şeylerin rayından çıkmasını ve değişmesine ve bu vesileyle değişmeme fırsat çıkmasını istediğim için. Aslında içten içe dönüşümü hep seven biriydim (bir şeylerden çabuk sıkıldığım için değil) ama bunu sanırım pasif bir şekilde tesadüfi olarak gerçekleştiriyordum. Dışımda gerçekleşen şeylerin dönüşmesi ile benim durumlara göre yön alıp değişmem gibi bir şey. Aslında bu konuyla ilgili bir durum var. Tam da Cadılar Bayramı gecesi yazdığıma göre konsepte uygun olarak bir sırrımdan (sır değil aslında ama hiç paylaşmadığım bir gözlem) bahsedeyim o zaman :) Aslında bu herkeste olan bir durum belki de, ama benim düşüncem bu normal insanlarda bir doz gerçekleşiyorsa bende 10 doz etkiyle gerçekleşiyor olması. Şu ki, her ne ile iletişime geçiyorsam ve temasta bulunuyorsam, o insanların ya da oluşumların eğer ki zayıf halkaları, bitmesi gereken, arınması gereken şifalanması gereken bir durumları her ne var ise gün yüzüne çıkıyor, kanıyor, içlerindekini kusuyorlar, dengeleri bozuluyor, ya dönüşüyorlar ya da direnip acı çekmeye devam ediyorlar. Sanırım kronik hastalıkları olan ve şifa için çaresi olmayan insanları da hep çektim hayatıma. Son 1-2 sene öncesine kadar yanımda çalışanların hepsi kronik ve ömür boyu çekecekleri sağlık problemleri olan insanlar oldu (Birinin oğlu otizimli oldu, epilepsiler, tek böbrekli olan, ciddi sedef hastalıklı olan vs. ). Bu insanlar ile kurduğum ortak bağlar sonucu ortaya çıkan problemleri ve dönüşüm mücadeleleri beni de hep dönüştürdü bir şekilde. Zaten bir eczacı olarak karşıma çıkan insanların çoğunun hasta ve problemli olmasından bahsetmiyorum bile. Belki de dışımda oluşan kaostan böyle faydalanıyordum kendime aynalık yapması için. Gerçekten bu kadar çok problemleri olan insanlarla içli dışlı olmak, yüz göz olmak fazla gözlem yapmama ve onları anlama konusunda gelişmeme neden oldu. Ve çok ağır, yorucu… Neyse ki şu an o lanet üstümden kalkmış gibi hissediyorum :) Çünkü biliyorum ki tüm hareket sadece içeride. Ve ben dışımdaki kaosun başrol oyuncusu değildim, ama şimdi kendi içimdeki fırtınamda istediğim gibi kendi dönüşümüme izin verebilirim. İster eserim, ister dönerim, kendimi dinler dururum…Ve şimdi güzel bir Merkür gerilemesi var önümüzdeki 3 hafta boyunca. Benim için ise içime dönmek, artık başkalarının değil kendimin dönüşmesine, şifalanmasına izin vermek için bir zaman. Kendimi dinlemek, kendime özen göstermek ve kendimde yorulmak ve dinlenmek için güzel bir zaman..
Zaten gökyüzü de böyle söylüyor. Merkürün geri gitmeye başladığı yer tam da 1. Evimdeki Akrep Uranüs’üme kavuşum yaptığı yer. Bana kendi ani dönüşümlerimi, kaoslarımı, yıkımlarımı, aydınlanmalarımı kendim için başlatmam gerektiğini söylüyor. Eğer ki birileri bu durumumdan etkileniyorsa, ki muhtemel, çünkü Uranüs’üm bumerang yapan açı kalıbının apexi olan Chiron’uma karşıt açı yapıyor, benim Uranyen durumlarım karşı taraf için de güzel bir şifa olacaktır, ve hem bana hem etrafıma şifa verecektir. Zaten Merkür gerileme anının yükseleni de Chiron’uma kavuşum yapıyor, yani mevzu zaten Chiron ve şifa. Ve ne güzel ki o anın Güneş’i de benim yükselenime kavuşuyor ve beni aydınlatıyor.
Ve son olarak, asıl değinmek istediğim konuya gelelim. Venüs ve Mars…Merkürün gerilemeye başladığı anda Venüs ile Akrepte kavuşumu var, ve aynı anda da Satürn’e kare yapan Mars da Terazi burcunda. İkisi de aslında zararda oldukları burçlardalar ama aslında değiller de çünkü birbirlerinin yönetici burçlarında olduklarından birbirlerini ağırlıyorlar, yani bir nevi ikisi de birbirinin yerinde olarak da değerlendirilebilir. Tam bir bıçak sırtı. Tam olarak bakış açısına göre, takınılacak tutuma göre iyi de olabilir, kötü de olabilir. Venüs ve Mars çatışabilir ve savaşabilir, zararlı ve dengesiz de davranabilirler. Ya da erdemli olmayı tercih ederek, birbirlerini ağırladıklarında birbirlerine destek, denge ve güç olabilirler. İşte her şeyin özeti bu aslında :) Tüm hayat, yaşadıklarımız ve tüm savaşlar, dengesizlikler burada yatıyor. Denge…
Geçenlerde girdiğim bir derste ellerimizi göğsümüzün üstünde kavuşturup uzun süre o şekilde kalmamız gerekmişti. Ve benim zaman geçtikçe kollarım ağrıyıp dirseklerim ağırlaşmaya ve düşmeye başladı. O an fark ettim ki aslında ben ellerimi birbirine destek olması için kullanmadığımdan kollarım ve dirseklerim zorlanıyordu. Oysaki orada sağ ve sol elim bana eziyet olsun diye o şekilde durup bana engel olmuyordu. Ben sadece öyle olmasını seçtiğim için o zararlı roldeydiler. Yani kendilerinde olamadıklarından ellerim güç ve destek yerine bana engel oluyordu. Ve ben iki elime odaklanıp birbirlerine destek olduklarını düşündüğüm anda tüm gücü ellerimin tam da ortasında ve merkezimde topladığımı ve dirseklerimin hafiflediğini fark ettim, çünkü dengeyi merkezde bulabilmiştim. İşte şu an Merkür tam da Venüs ve Mars’ın beraber nasıl çalışacaklarına karar vermemiz için bir daha düşünmemizi istiyor. Dengesiz ve birbirine zarar veren mi, yoksa dengeli ve birlikte senkronize olarak çalışan mı? Sinerji ile çalışan iki farklı gücün birbirlerini desteklemesiyle oluşan ortak bir güç. Öyle ki, güç dediğimiz şey belki de aslında çok çaba isteyen bir şey değildir. Birbirine zarar vermeyen iki farklı gücün dengede bir sinerji yaratması belki de çabasız bir sürekliliği sağlayabilir. Bir şeyleri zorlayarak bir şeyleri sürdürme çabası yerine, her şeyin tabiatında ve kendi gücünde beraber çalıştığı bir ortamda o sinerji çabasız bir hareket, süreklilik ve enerji yaratabilir. En güzeli de her şeyin doğal, dengeli ve huzurlu olmasıdır. Kulağa hoş geliyor, ama bunun bir formülü olmalı. Sinerji ve uyum yaratmak, ortak bir dengeden bahsedince insanlar eşitlik kavramına gidiyor ve niteliksel olarak düşünüyorlar. Her eşit olan şey adaletli olmayabilir. Adil olan, huzuru sağlayan, dengeyi sağlayan şeyin formülü, o iksir şeylerin eşit karışmasından oluşmuyor olabilir. Son bir haftadır kafamda dolaşan bir düşünceden bahsedeceğim. Aslında bunu ayriyeten yazacağım bir konu iken şu anki gökyüzüne bakınca ve Venüs ile Marsı ve güç-denge mevzusunu görünce alakasını anlıyorum.
Düşündüğüm konu aslında su ve iyonlar. Yaşamın sihirli iksiri iyonlu sular, tuzlu sular. Suyun taşıma gücünün sırrı. Denize baktığında ne görürsün? Su. Çünkü sudan ibarettir gerçekten de. Oysa içinde toprak elementi de barındırır. Eline bir avuç deniz suyu aldığın zaman bariz suyu alırsın eline, ama içinde toprak elementi de gizlidir. Mineraller, tuzlar. Düşününce bu kadar suyun yanında bu kadar az bir element oranının olması onu görmezden gelmemizi ve önemsiz saymamızı sağlayabilir. Ve bizler de çok olan ve görünen şeylerin daha etkili ve güçlü olduğuna inanırız. Oysa bir denizin tuz oranı çok şeyi değiştirir. Tuzsuz bir suyun seni kaldırma gücü ile tuzlu bir suyun kaldırma gücü aynı değildir. Oysa değişen tek şey eser miktarda tuz oranıdır. Koca bir kayanın üstünde yattığında onun seni taşıyabilmesine yakın kaldırma gücüne sahip olabilir biraz tuz miktarı. O kadar az iken çok etkili olabilen sudaki biraz toprak, balçık kıvamı yaratacak kadar çok olduğunda ise bataklık olup seni kaldıramayabilir de. Böyle olduğunda insan düşünüyor, güç ve çabasızlık için hangi oranları kullanmalıyız, çünkü bir bakmışsın eser miktarlar devasa güçler çıkartabiliyor ortaya. Öyle ki, senin bedeninin yaşayabilmesini ve hareket halinde kalmasını sağlayan yaşam gücünü bu iyonlu, tuzlu sular oluşturuyor. Her bir hücrenin yaşaması için, tüm alışverişi ve yaşamın gerekliliği için tüm hareketi ve akışı bu hücre suları sağlıyor. Bir bakmışsın katı sandığın şeylerin içinde yaşam gücü sağlayan bu sular barınıyor. Bir bakmışsın sonsuz sular da içindeki katı görünümlü canlılara yaşam gücü için ortam sağlıyor. İster bir şeylerin içinde olsun, ister bir şeyler onun içinde olsun, suyun yaşam gücü hareket ettirme gücünden geliyor. Ve bu hareket gücü için ise diğer elementleri eser miktarda kullanması yeterli. Aslında bakıldığında duyguların su ile ifade edilmesi de bu hareket kavramına uyuyor. İngilizcede duygunun e-motion olarak geçmesi tesadüf değil sanırım. Motion yani hareket. Duyguların harekete geçirme gücü. İyi veya kötü, bir şekilde hareket sağlayan bir güç. Harekete geçirici ilk güç.
Bugün handstand çalışırken bir şey fark ettim. Bir an handstand için zıplarken bir ön yargım olduğunu keşfettim. Ve ne kadar katı olduğumu düşündüm. Bedenimin havaya kalkarken aslında iki hareket yönü var. Biri öne doğru yatay hamle biri de yukarı doğru hamle. Ve beden omuzlarla aynı hizaya geldiği zaman bu sefer dengeyi bulmak için kolların ve omuzlarınla ters yönde bir tepki vermen gerekiyor. Yatay hamle için dengeyi avuç için ve parmaklarında hareketi gezdirerek yapabilirken yukardan gelen bedenin ağırlığını taşıyabilmesi için güçlü omuzlar ve düz durması gereken kollar gerekiyor. Evet, sabit durmaya çalışırken yerçekimine karşı ağırlığı taşımak için bu doğru ama dengeyi bulana kadar geçen sürede bu zor çünkü hareket hali bitmeden ve yandan ve yukardan gelen hareket nötrlenmeden olmuyor, bir şeyler eksik geliyor. Ve sonra düşündüm, başka bir şey yaptım. Yukarı tırmanırken gözle fark edilmeyecek oranda az dirseklerimi bükülü tuttum. Böylece parmaklarımla yatay hareketi dengelerken, yukardan gelen hareketi de çok az bükülü dirseklerimi yukarı doğru gerip iterek nötrleyebilmiştim. Bu şekilde beden ağırlığımın daha az olduğunu hissettim. Ve dışardan gelen gücü parmaklarımdan omuzlarıma kadar dirseklerim sayesinde kesintisiz gezdirebildiğimi hissettim. Dirsekler aslında 2. Çakramızı ve suyu temsil ediyor. Bakıldığında aslında ellerimizdeki her bir parmak eklemi de aynen öyle. Ters dururken ellerimizi ve parmaklarımızı kullanarak dışardan gelen hareketi azaltabilirken bunu kollarımızdan dik inen beden hareketi için de uygulamamız ve dirseklerimizden hafif bir itme gücü ile çabayı azaltmamız mümkün geldi bana. Bazen sert ve katı durmak güçlü olmak gibi gelse de, aslında dışarıdan gelen bir gücün etkisini emecek kadar esneklik ile bükülebilmek de bir güç aslında. Ve bizim dengemizi bozacak bir etkene maruz kaldığımızda köklerimizi evet sağlam tutmalıyız ancak suyun biraz esnekliği ile bedenimizi kaldırabiliriz ve biraz eser miktar su ile köklerimiz harekete karşı hareket gücü kazandığı için daha güçlü bizi taşıyabilir. Aynı suyun eser miktarda toprak ile kaldırma gücüne sahip olması gibi. Ama sadece eser miktarda :) Azı karar fazlası zarar…İşte bu oranı bulmak marifet. Yemeğe tadını veren tadı tuzu baharatı tuzunu ayarlayabilmek gibi, içine olması gereken oranda ilaç koyup şifalı sıvılar, iksirler yapabilmek gibi. Ve merak ediyorum neden eser miktar olması daha etkili. Bir fikrim var ama o da daha sonra….
Ve Mars ile Venüs. İçimizdeki dişil ve eril enerji. Bilmemiz gereken şey ise, dengede olmaları için aynı büyüklükte, miktarda olmaları gerekmediği. Erilin içinde eser miktar dişil, dişilin içinde eser miktar eril ile birbirlerini çabasız taşıyabilir, ağırlayabilirler. Birbirlerine destek olup güçlendirebilir ve dengede durabilirler. Peki sen bu görünmeyen ama gücü hissedilebilen bu eser miktarları fark edebilir misin?
Bana gelince, benim kendi haritamda Venüs de Mars da düşük durumda. Belki de ömrüm boyunca bu ikisinin düşüklüğü nedeniyle bazı dengesizlikler yaşadım, hep bir çaba içinde oldum, yoruldum zaman zaman.. Olması gereken şeyler vardı belki de bilemiyorum. Belki de her şeyin bir zamanı var. Şimdi bu 3 hafta boyunca kendi dengemi irdeleyeceğim.