top of page
Ara

Venüs ve Mars

  • Yazarın fotoğrafı: Hande G
    Hande G
  • 30 Ara 2019
  • 10 dakikada okunur

Bugün bir Venüs ve Mars hikayesi geldi aklıma.

Kim bu Venüs ve Mars?

Mars hiç yerinde durmayan ve sürekli keşfetme ve bulma dürtüsüyle oradan oraya seyahat eden bir kaşif. Sanki bir kıvılcım gibi, ya da geçtiği yerleri bir anlık kıvılcım ile aydınlatan ve ortaya çıkartan bir kuyruklu yıldız gibi. Hızlı ve yerinde durmayan ve geçtiği yerleri aydınlatarak ortaya çıkartan ve oraların canlanmasını, ilklerin ortaya çıkmasını sağlayan bir kıvılcım. Ya da ait olduğu kaynağı güneşin önden yolladığı elçisi olan ve taa uzaklara gitmeye devam eden ışıkları gibi. Geçtiği yeri canlandıran, ilkleri başlatan ve farklılıkları arttıran ve bu yüzden kendi orjinalliğinde ve farklılığında olan olmuş olan şeyleri çoğaltan, potansiyellerin kinetiğe dönüşerek olmayanın olmasını sağlayan.

Venüs ise hep yerinde duran ve sürekli keşfedilmeyi bekleyen bir potansiyel, bir hazine. Karanlıklar içinde kalmış ve henüz parlamamış ise bir gün marsın üstünden geçmesi ile kendinin aydınlanmaya fırsat bulup kendini ifade edebileceği ama henüz açmamış bir tohum gibi. Keşfedilmemiş ve karanlıklara gömülmüş bir hazine orda kaldığı sürece hazine olduğunu iddia edebilir mi? O hazine gerçekten var diyebilir miyiz eğer hiç görünmez ve varım demez ise? Sonsuzluk ise koca bir Venüs diyarı. Aynı tencerede ısınıp patlamayı bekleyen mısırlar gibi. Ne zaman ki Mars’ın kibriti ile ilk kıvılcımlar oraya gelir ve ocağı yakarsın ve o tencerede hangi mısırın tohumları mevcutsa ısınmaya başlarlar. Ve sonra pıt pıt patlarlar. Kimi geç patlar kimi hemen, kimi hiç. Hepsi patlamış mısır da olsa ve benzer de dursalar aslında hepsinin şekli ayrıntılarda farklıdır. Hepsi patlamış birer mısırdır ama hepsi kendine has ve şekildedir. İşte sonsuzluk da böyle koca bir patlamış ya da patlamamış mısırlar diyarıdır :)

Aslında farklılığı oluşturan Mars mıdır yoksa Venüs mü diye sorsam aklıma gelen şu ki ikisi de.

Mars bir ışık olarak aslında potansiyelin aktive olması ve ortaya çıkarak görünmesini sağlayandır, ve görüntüde başlatandır o yüzden sanki farklılıkların oluşmasına bu şekilde hizmet eder. Ama Venüs kendi henüz eğer potansiyel olarak duruyor ve görünür alana çıkmamışsa o farklı bile olsa özünde taşıdığı bilgi her ne ise, farklılığına rağmen potansiyel kaldığı sürece farklı değildir çünkü henüz farklı olabilmek için var olmamıştır bile. Görünebildiği anda ise Mars’ın onu gösterebilmesi ile farklılığını gösterebilmektedir. Farklı olan aslında Venüs’tür ama farklı olmak demek için olması gerekir önce. Ve bu yüzden Mars’a ihtiyacı var.

Aslında farklı demek doğru ifade mi bilmiyorum. Belki de demek istediğim orjinallik, kendine haslık ve başka hiçbir şeye birebir benzememezlik. Venüs astrolojide ya da mitolojide sevgi ile ve bağlanma ile bağdaştırılır. Tüm bu farklılıklara rağmen. Çünkü aslında Venüs Mars olmasa idi bir potansiyel olarak sonsuzluk denizinde her bir zerresi aynı olurdu ve hiç olarak var olmaya devam ederdi, her bir zerresi aynı, bir bütün ve o yüzden koca bir potansiyel Venüsler diyarı olarak aslında sadece bir tane Venüs olurdu. Ne zaman ki Mars Venüs’e yaklaşır ve onla temas kurar işte o zaman temas kurduğu yer ışığıyla, ısısıyla canlanır ve o bütünlüğün içinden kendine has potansiyelini canlılığıyla var ederek ifade bulur, ve belki keşfedilmiş bir hazine gibi parlayarak değerli bir şey sunar tüm güzelliğiyle. Mars’ın her adım attığı yerde böylesine bir güzellik ile karşılaşması ve her adımda bunların çoğalması ve coşması, gezdiği yerlerin canlanan bir dünyaya dönmesi aşk gibi değil mi?

Ama bu Mars işte, geldiği gibi gider de. Çünkü keşfedilecek koca bir sonsuzluk var önünde, ve canlandırabileceği sonsuz büyüklükte bir hazine yatıyor altında. İleri gitmek için terk de etmek zorunda. Başlangıçları temsil eden Mars’ın burcu Koç gibi iken; ölümleri, bitişleri anlatan yine Mars’ın burcu Akrep gibi de olmalı aynı zamanda. Çünkü o attığın adım ile başlattığın o güzellik olan Venüs bir boğa gibi sonsuza kadar süremeyecek maalesef, o mars ikinci adımında attığından uzaklaşıp yeni bir adımı başlatmak için eski adımı terk edip bırakacak. Mars aslında önüne bakıp başlattıklarını düşünürken attığı adımla karşısına çıkacak yeni bir güzelliğin heyecanı içinde olabilir, ve arkasındaki diğer ayağını da geriden çekmekten sakınmaz çünkü onun için bitenlerden daha önemlisi önünde yeni başlayacak bir şey vardır, ve o yüzden bitirmek ve ölüm çok doğaldır, olması gerekendir. Ama terk edilen Venüs yani Boğa bunu anlamayabilir, çünkü o hep bekleyendir ve sırf Mars için sonsuzluğundan vazgeçip güzel ama ölümlü olmayı seçmiştir kendine göre, farkında olmasa bile. Ve bir Akrep olan Mars onu bilinmeyen diyarlar için terk ettiğinde o Venüs karanlıklara yeniden gömülmeye ve ölmeye mahkumdur.

Venüs karanlıklarda sonsuz ve ölümsüz iken, Mars aydınlıklarda gezdikçe sonsuzluğu ve ölümsüzlüğü devam ettirebilir. Ve Mars bunu yapmak için Venüs’ün yaşam gücüne ihtiyaç duyar, ve ona gezmek ve keşfetmek için yaşam gücü ve o amacı verir.

İşte bu yüzden belki de sadece bir kadın ve bir Venüs, sadece bir erkek ve bir Mars olmak acı verici olabilir. Çünkü Mars aslında sonsuz süren bir koca aşk hikayesi peşindedir ve hep gezer koca bir Venüs bahçesi yaratmak için, ve Venüs ise bu hikayede sonsuzluğundan vazgeçen olarak hep ölümü tatmak zorunda kalacaktır. Ve bunu insanlara indirgediğimizde bir taraf hep terk eden, bir taraf hep bekleyen olmaya devam edecektir. Oysa sonsuzluğun yazmak istediği aşk hikayesi bu değildi. O sonsuz bir Venüs bahçesi yaratmak istemişti belki de, ve Mars bunun için keşfetmeye ve her bir Venüs’ünü ve tüm güzellikleri ortaya çıkarmak için çabalıyordu. Ve tüm bu çabası koca bir aşk hikayesinden koca bir acı dolu terk edilişler ve zalimlikler dünyasına döndü.

Oysa ne terk eden var ne terk edilen. Çünkü Venüs asla ait olduğu sonsuzluğundan ayrışmamıştı parlamaya başladığında bile. Ne de Mars aslında terk etmemişti, o hep zaten sonsuzun içinde bir bütün olan Venüs’ün bütün parçalarını keşfetmeye ve ortaya çıkartmaya çalışıyordu ve o bütünlüğün içinde duruyordu aslında ve hiçbir yere gitmiyordu. Çünkü zaten hep Venüs’ün içinde idi. Onlar aslında hiçbir zaman ayrılmamışlardı. Ne Venüs ölüyordu ne de Mars öldürüyordu. Sadece birbirlerini yeniden ve yeniden sonsuz olasılıkta keşfediyorlardı. O kadar hızlı dans ediyorlardı ki aslında kim kimdi o da artık belli değildi. Belki de iki tane bile değillerdi artık. İçinde kaos gibi kendi kendine dönen bir sonsuzluk gibi olmuştu.

Ve bizler bunun neresindeyiz dersek…

Sonsuzluğun içinde sadece ikisinden biri olduğuna inanırsan acı yaşarsın. Yanılgılarla dolu bir acı. Ama o kadar da gerçekmiş gibi güçlü bir his bu. Sonsuzluğun içinde her ikisini de bulabilir miyiz?

Bedenlerimiz, doğa her şey kadın ve erkek formunda. Ve bu şekilde görüldüğü sürece de Venüs ve Mars hep birbirini arayacak ve buluşmak isteyecek her zaman. Bu kötü bir şey değil aslında, ama sadece geçiciliğine vurgu yapmak istedim. Çünkü bizler bildiğimiz kadar görebiliriz, ve keşfedebiliriz. Bildiklerimiz, ve bilgilerimizin yarattığı formlar ne ise onu yaşarız ve deneyimleriz. Ve bilgimizde bu şekilde ayrılık fikri varsa belki de ondan böyleyiz. Ve yine de özünde Venüs ve Mars aslında ayrı olmadığını bildiği için bizler bu ayrılık dünyasında birbirimizi arayıp bulmaya çalışıyoruz sanki ayrıymışız gibi. Ve tabi bu yüzden de bazıları Venüs gibi terk edilmiş, kızgın ve zayıf, belki ölüme mahkum hissederken, bazıları da Mars gibi düşüncesiz, daldan dala atlayan, bencil ve terk eden, üzen acı veren gibi görünüyor.

Ne Venüs karanlıklarda kaldığı, keşfedilmediği , görülemediği anlaşılamadığı için kendini bir Mars gelmediği için terk edilmiş, yalnız ve ayrı hissetmemeli çünkü zaten sonsuz potansiyelin içinde bütünden o varoluştan ayrı değil aslında. Ne de Venüs karanlıklardan çıkınca kendini sonsuz potansiyelinden ayrı ölümlü ve aciz, ve belki de Mars tarafından yine terk edilmiş ve ölüme mahkum hissetmemeli çünkü ölümü aslında ölüm değil sadece henüz doğmamış kendi karanlıktaki potansiyellerine ve sonsuz olabilme gücüne geri dönmek ve yeniden isterse doğabileceği bir ölümsüz olması demek. Ne sonsuzlukta karanlıklarda ne de ışıklar dünyasında terk ediliyor aslında. Ne de Mars onu karanlıklardan henüz çıkartmadığı için göremeyen, ya da onu bulamayan olarak onu terk etmiş, ne de ışıklar dünyasında onu kandırıp sonra da terk etmiş. O sadece Venüs’e sonsuza kadar destek olmak ve onu yaşatabilmenin derdinde. O olmazsa Mars nerede hangi güzel bahçelerde gezebilir ki zaten. Nasıl hayranlıkla ve aşkla onu yeniden ve yeniden keşfedebilir ki o olmazsa. Kimse zalim ya da kurban değil. Tamamen yanlış anlama olmalı bu. Çünkü bildiğimiz kadar yaşarız. Hiç bir şey bilme daha iyi…

Ve aslında tüm bu yanılgılardan kurtulmanın bir yolu olabilir. Tüm bu ayrıymışız ve sadece sabit bir şeymişiz algısı, ve tüm bu aramıza giren mesafelerden kurtulmanın bir yolu.

Tabiki herkesin idrak ve bilgi seviyesi çok farklı olabilir ama önemli değil. Önemli olan kendi çemberinin ve ortalamanın zoom yaptığın noktanın dışına çıkabilmek. Eğer ki bilgilerini kıramıyorsan sadece esnet.

Ya olaylara çok dışardan bir bak ya da çok içerden ama tam ortadan olduğun yerden değil. Olduğun yer senin evet gerçekten deneyimlediğim ve her şeyin gerçekleştiği yer, ve o yüzden çok gerçek. Ve gerçek iken yaşadığın şey bir yanılgı ise o yanılgılar da senin için sübjektif olacağından o kadar gerçek ki o yanılgıyı fark etmen çok zor ve zaman alıcı. O yüzden ya olaylara çok dışardan ya da çok içerden bak ki belki bir şey görürsün.

Sen sadece bedenin kadın formunda diye bir kadın olduğun gerçeğini yaşıyorsan ve tüm kadın olma bilgisinin rollerini üstüne alıyorsan o zaman yukarıda anlattığım Venüs’ün terk edilme, yalnızlık ve acizlik gibi yanılgılarına düşme ihtimalin var. Çünkü sen sadece bir Venüs olduğuna inandığın anda karşına çıkan her erkek bir Mars, ve bu yüzden yaşadığın her deneyim de Mars’ların bencilliği ve terk etmesi, seni kullanması veya seni keşfedememesi, fark etmemesi anlamaması gibi yanılgılar olabilir. Oysa sen kendine daha yukardan baksan diyebilirsin ki koca bir galakside bir güneş sisteminde insan denen bir yaşam formunun var olduğu bir gezegen var ve orada yaşayan bir insan var. Çok uzaktan baksan belki de insan olman yeter.

Düşünsene bir anda kendini Dünya’dan çok uzakta başka bir evrende buluyorsun. Ve aklın hayalinin alamayacağı yaşam formları ile bir arada her nedense ve her nasılsa bir toplantıdasın :) Atıyorum karşında jöle gibi bir varlık var içini bile gördüğün, ya da o kafası mı belli olmayan yerlerden yapraklar çıkan bir varlık, ya da ne bileyim bilemeyeceğim belki şekilsiz böyle bişi de olabilir mi diyeceğin şeyler. Böyle bir ortamdasın, kendini onca uzaylının içinde asıl uzaylı hisseden sensin ve sonra içeriye aniden pardon geç kaldım diyip bir insan giriyor. Ne dersin? Bir insan geldi…..(Oh bee..)

Ne kadınmış ne erkekmiş, ne zenciymiş ne de engelliymiş, körmüş, hatta çıplakmış hiç fark etmez. Hatta tanıdığın ve dünyada en nefret ettiğin insan olsun yine fark etmez. Oh be dersin, bir insan geldi. Başka hiçbir şey görmez gözün. Onca farklılığa rağmen sadece senin onda bulabildiğin bir benzerlik, bir tane bile olsa yeter sana, ve kendini onunla yakın hissedersin. Çünkü senden bir şey onda da vardır ve kendi parçan onun içinde de varmış dersin. Belki de kendini bile görebilirsin. Bu kadar yakın hissedebilirsin. Karşında birden gördüğün o insanın tüm farklı kabul ettiğin özellikleri birden önemini kaybeder ve o çılgınca farklı yaşam formlarının yanında, bilginin dahili dışında keşfettiğin o farklılıkların yanında bildiğini sandığın tüm o insani farklılıkları birden kabul edebilirsin, çünkü bilmediklerinin içinde sana benzeyen de bir şey bilemezken, bildiğin bir farklılıklar içinde bir tane bulduğun benzerlik sana hazine gibi gelir. Sana dair, senden bir şey, sana çok benzeyen sen gibi bir şeyi o bir zamanlar farklı bulduğun insanda bulunca o uzaylıların arasında da onu görünce o insan senmiş gibi gelir sana, o kadar yakın ve benzer. Sanki kendini bulmuş gibi sevinebilirsin belki de. Oh be yalnız değilmişim diyebilirsin. Hani ne oldu o insan hani bir erkekti, ya da başka bir şeylerdi ne oldu gözün görmez artık.

İşte belki de ayrılık düşüncesini ortadan kaldırmanın, farklılıkları kutsamanın ve onların aslında bizi bildiklerimizin dışına taşıyan birer uyarıcı olduklarını ve perspektiflerimizi genişlettiklerini ve bilincimizi genişleten iyi bir şey olarak görmemizi sağlayan en önemli faktör farklılıklara odaklanıp onları reddetmek yerine kabul etmek. Ve bu kabulün olabilmesi için tek gereken o farklılıkların içinde küçük bir benzerlik bulmak. Eğer karşında bir insanda bir tane bile bir benzerlik bulabiliyorsan onunla bağlanman için yeterli olabilir. Aynı yarattığım kurguda karşına bir insan çıkması gibi. Onca çılgın ve kabul etmesi zor farklılığın içinde sadece insan olması yeten bir benzerlik bile bazı farklılıkları kabul etmeye yeterli. (Belki sadece gözü var bu benzerlik de yeter diyebileceğin bir seviyeye de gelebilirsin o ayrı.) Bu kadar geniş bakmak için bir insan olması yeterli diyebilmek için aslında tüm galaksiyi toplayıp evrenin taa en ücra köşelerine uzaklara gitmeye gerek yok tabi, ama insanoğlu işte anca bu kadar uzaktan bakarsa sadece insan olmanın benzerliğini ve mutluluğunu yakalayabilir sanırım.

Bizler kendimize olduğumuz alandan baktığımızda kendimize biçtiklerimiz doğrultusunda bazı şeyleri dışarıda farklı ya da benzer görüyoruz. Farklı bulduklarımıza ayrımcı davranırken, benzer bulduklarımıza dostane ve yakın davranıyoruz. Tabi burada benzerlik kavramı insanın kendinde neyi bulduğu ve ona göre de karşısında nasıl bir benzerlik bulduğuyla da değişiyor.

Örneğin bir insan kendini ne kadar tanıyorsa kendi kadar benzerini bulup öyle insanları kendine yakın hissedebilir. Bir insan kendini giydiği marka kadar görüyorsa o markaları giyenler ona o kadar yakındır. Bir insan kendini kariyeri ve başarıları ile orantılı bir insan formunda görüyorsa o özellikleri taşıyanlar ona benzer ve sempatik gelecektir, öyle insanları örnek de alabilir, yakın olmak isteyebilir. Bir insan kendini ne kadar tanımaya başlarsa, ki bu yaşadığı deneyimler sonucu olabilir ya da bilebilme seviyesini bilincini genişlettiği her türlü şekilde olabilir. Ne biliyorsan kendinle ilgili karşında da onu görürsün.

Eğer kendinde bir şey keşfedersen keşfettiğini karşındakinde de görmeye başlarsın benzer olan o ise. Birden karşındakilerin anlattıkları sana daha yakın gelebilir, ve onları daha iyi anlamaya başlayabilirsin. Ya da belki bir zamanlar benzer bulduğun insanın kıyafeti iken ya da yaşam tarzı iken söyledikleri sana batmaya başlayabilir, ve aslında benzer olmadığını düşünmeye de başlayabilirsin.

İşte burada da insanın kendini tanıyabilmesi için kendine çok içerden bakabilmesi önemli. Çünkü ne kadar içeri bakarsan o kadar karanlık, ve o karanlık aslında senin canlanmayı bekleyen potansiyelinden başka bir şey değil. Sen onu tanımak istedikçe aslında bir nevi bir Mars gibi kendi içine keşfe çıkarsın ve bildiklerinle bakarken bildiğin kadarını görürsün önce orada. Ve sonra belki de oraya bakmak demek ışık tutmak demek, ve sen kendi içinde sahip olduğunu bilmediğin bazı potansiyellerini gün yüzüne çıkartabilirsin. Orda olduğundan haberdar bile olmadığın şeyler. Bunların hepsi aslında senin iç cevherlerin, Venüs’ün. Ve sen bilmek istedikçe bir mars olarak davrandıkça bu davranışına içindeki Venüs mutlaka cevap verecektir. Çünkü zaten o da seni bekliyor orada. Keşfedilmeyi. Keşfedilerek gün yüzüne çıkmayı. Canlanmayı. Beden bulmayı. Bedeninde yer bulmayı. Bedenin olmayı. Ve bedeninde yer bulması demek hareket etmesi ve yaşaması demek, ve aslında onu aynı bedende terk etmeyen bir Mars bulmuş olması demek. Çünkü aslında hiç birimiz sadece Venüs ya da Mars değiliz. Kendi içimizdeki bu ayrılığı sonlandırırsak her ikisi de beraber yaşar ayrılık hissetmeden. Ve böyle olduğunda belki de her çıkan ve yeşeren potansiyellerimiz bizim gerçek doğamız olurken gerçek doğamıza benzer insanları benzerlikleri başkalarında görmek daha keyifli olabilir. Çünkü dışarda başkasında bulduğumuz benzerlikler artık kendimizi tamamlamak için sahiplenmek için değildir, bu yüzden onu kaybetmekten de korkmayız, ayrılık endişesi hissetmeyiz. Belki de bu şekilde herkesin farklılığı bizde ayrılık duygusu yaşatmaz, ve benzerlikleri de kaybetme duygusu yaşatmaz. Ve her farklılık bulduğumuz benzerliğin etrafında beden bularak bize ufkumuzu açan bir zenginlik gibi gelebilir. Sanki bir nevi kendine bakıp kendinin farklı bir zenginliğine şahit olmak gibi. Bilmem anlatabiliyor muyum….

İçimizde olumsuz bir Venüs gibi terk edilmiş, yalnız, anlaşılmayan, ve daha nice benzer negatiflikleri yaşamak istemiyorsak, ve tam tersine bu kızgınlıkla oturmak ve beklemek yerine yeşermek, canlanmak ve yeni potansiyellerimizi çıkarmak istiyorsak o Mars’ı dışarda aramamalıyız. Çünkü bizim dışarda aramamız gereken şey bir Mars değil tam tersine bir Venüs’tür. Hatta aramak da değil bu eylem. Göreceklerimiz sadece Venüs olur dışarı baktığımızda. Ve bu da ancak kendi Mars’ımız ile barışıp eylemi kendi içimizde yaparsak ve o yönelim ile içimize ışık tutarsak olabilir. Böylece kendi Venüs’ümüzü parlatabiliriz ve dışarda görünebiliriz. Ve kendimizi bildiğimiz oranda başkalarını da bilebilir görebiliriz. Venüs dünyaya Mars ile barışıp doğabilir bedenlenebilir, ve o Mars kendi Mars’ı ise onu asla bırakmayacaktır. Ve dışımızda parlayan o içimizdeki Venüs ise zaten aslında sonsuz bir tane Venüs’ün kendinden başkası değildir. Bizim keşfettiklerimiz sadece onu bilebildiğimiz kadarıdır.

Ve bu yüzden belki de bilincimizi yükseltmek ve de içimize o bilinçle yolculuk yapmak sonsuzluğun yaşamın kendisi olmaya yaklaşmasının tek yoludur. Herkes bunu yapsa zaten bu yolculukta benzerlikler çoğalacak belki de farklılıklar hiç görünmeyecek zamanla. Ve bir gün bir bakmışsın tüm farklılıklar görünmeyecek kadar karanlıklara gömülmüş iken bir zamanlar karanlıkta kalanlar dışarıda tüm parlaklığıyla canlılığını sürdürüyor ve yaşıyor. Karanlıklarda kalanlar ise dışarda Mars iken şimdi Venüs olmuş ve sıranın yeniden kendilerine geleceği günü yeni oluşan sonsuzluk içinde karanlıkta bekler olmuşlar. Şimdi her şey değişti mi yoksa değişmedi mi ben de anlamadım :) Boşuna yazdım galiba :) (Ama bir tık daha iyi bir dünya olmuştur herhalde değil mi? )

Sonsuz bir aşk hikayesi gibi bu. Venüs dışarı çıkmak ve Mars olmak isterken, Mars içeri girmek ve Venüs olmak ister. Böylece birbirlerine bu şekilde sonsuz sürede kavuşmaya ve birbirlerini yüceltmeye devam ederler o geçişlerde. Oysa bizler bazı şeyleri yanlış yapıyoruz galiba.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Uyan

İyileşmek için önce iyileşmeyi istemek gerek. İstemek demek, hasta olduğunu ya da bir sorun olduğunu kabul etmek demek. Bende sorun yok...

 
 
 
Hayat

Biraz Hakimsen, hakim olmayan birileri dilinin ucundan sonucunda bir açıklama beklerler. Seçim yapmanı isterler. Çünkü gerçeği, doğruyu...

 
 
 
An’ında Gelenler 4

Başkalarının doğrusuna uyarsan eğri ile eğri kalırsın ama sen de o da doğru zannedersin. Sen kendin dışardan koşullanmadan şartsız...

 
 
 

© 2023 by The Artifact. Proudly created with Wix.com

bottom of page