top of page
Ara

Corona Günlerinde Ev

  • Yazarın fotoğrafı: Hande G
    Hande G
  • 23 Nis 2020
  • 9 dakikada okunur

Kolera günlerinde aşk gibi oldu :) biraz ama bu yaşadığımız dönemde salgın günlerine en uyan da bu Corona günleri ifadesi galiba.

Evde kalma sürem boyunca sanırım çok sessiz kaldım burada, ama aslında bir kafadan bin ses çıkıyor desem yalan olmazdı. Belki de o kadar çok ses vardı ki bu seslerden oluşup da akan coşan bir nehir gibi çağlarken ben nasıl dile getireceğimi bilemiyorum. Keşke dilimin ucundakileri bir dinletebilsem.

Az önce bir karar aldım ve bu corona günlerinde şu ev ortamındaki deneyimlerim, ruh hallerim, aklımdan geçenler vs. gibi bu kalma sürecinin benim için ne anlama geldiğini yazdığım bir günlük tutmaya karar verdim. Çünkü o kadar çok geçmişe ve bugüne gidip geliyorum ki, aslında şu sıralar kendimle alakalı şeylere fazla daldığım için genel geçer konuları ya da daha kolektif, evrensel konuları çok da düşünemiyorum. O yüzden tabiki de bazı sansürleri olmakla birlikte kafamın içindeki bazı süreçleri yazabilirim. Belki bu şekilde yazarken ben de bazı şeyleri toparlayabilirim. Artık o gün içimden ne geçiyorsa…

Bugün ise halihazırda aşağıdaki yazıyı yazmış bulunduğum için bu da böyle olsun…

Geçen sene bugünler blog arşivlerime göre Hande seyrine dünyadan ayrılan bir mekik ile uzayda devam etmiş. O zamanı düşünüyorum da neden bunu yapma ihtiyacı hissetmişim diye, sanırım yeni bir dönemecin başında olduğumdan, ve dönemeç öncesi yer çekimsiz bir ortama ihtiyaç duyduğumdan olabilir. Hiçbir etkinin beni çekip itmesine ve tesir etmesine maruz kalmadan sadece kendimle kalma arzusundan olabilir. (Çünkü ben bildiğin hassas bir teraziyim ve sabit kalmak mı? :) ) Az sonra hani oyun başlayacaktır ve takım soyunma odasında bir an sessizliğe bürünür, ya da az sonra sahneye çıkacaksındır ve bir an her şey kararır ve sessizleşir öncesinde, gibi biraz da.

Artık kaçacak bir deliğin kalmadığında bu dünyada, uzaya bile kaçmak istersin. Hiçbir yere sığamadığında, hangi delikten nereye kaçabilirsin ki? Ya uzaya kaçarsın, ya Alice’in harikalar diyarına giden tavşan deliğine, ya da onun gibi bişi. Ben bunu çok yaptım. Ömrüm boyunca buradayken aynı zamanda başka diyarlarda da gezdim. Ve hangisi bendim belki de çok birbirine geçti çoğu zaman. Ve kaç taneydim Allah bilir.. Belki de farkında olmadan yapmaya çalıştığım şeydi bunların her birini bir şekilde birbirine bağlamaya çalışmak. Ama sorun şu ki, birinde insan iken, birinde 2 boyutlu bir çizgi film kahramanı olabilir iken, birinde cansız dediğin taşların bile bir yüzü varken, ya da bir geometri kitabında bir geometri sorusunda yaşayabilirken, ve daha ne varsa, hepsi birbiriyle nasıl bağlanabilir ki? :)

Bugün düşündüğüm şeydi, bu geçişler kaçmak mıydı diye? Yoksa bunlar sorumluluklardan kaçmak mıydı? Aslında bulduğum şeyler de vardı. Hayatımdaki rolü olan erkeklerin her birinin tavırlarında gizliydi içimdeki bana ait sorumluluk sandıklarımın duygusu ve tutumu ve onların her birinin yaşamları beni yansıtıyordu elbet. Çünkü o erkeklerin her birinin oynadıkları roller aslında benim kendi eril enerjimin temsil ettikleriydi. Kadın bedenime bürünen erkek yanımın nasıl şikayetçi olduğunu görüyorum. Sanki özgürlüğü elinden alınmış gibi davranıyordu çünkü herkes ona yük, onlara bakmaktan kendine bakacak hali yok gibi, ve bu yüzden belki çok sinirli. Ve herkesin yüklerinden sorumlu olmak zorundaymış gibi. Ve herkesi taşıdığı için de kendinde onlara kızma ve şikayet etme hakkını gören, görmese de bu öfkesine hakim olamayan yer yer. Sanki herkes ona muhtaç ve o olmasa kimse sorumluluklarını yerine getiremeyecekmiş gibi. Belki de her şeyi yoluna koyup düzeltebilirse sonra rahatlayacağını düşünen ve bitirmesi gereken ödevleri varmış gibi. Sanki her şey bir görevden ibaretmiş gibi. Ve de o kadar ciddi :) Neden her şeyi düzeltmen gerekir ki? Bu nasıl bir Tanrıcılık? Bırak işteee. Bırak herkes kendi yetersizliğiyle de yüzleşsin, yardım isteyen istesin, istemeyen de kendi keşfetsin, ve herkes kendi eylemlerinin sorumluluğunu yaşasın, bırak düzeltme ki herkes kendini hatalarını kusurlarını keşfetsin. Ve en komiği de, sanki herkes senden bunu yapmanı bekliyormuş gibi davranıp onları ve hayatlarını sahiplenmen, ve aslında hayatlarına tecavüz etmen. Bırak artık, özgür bırak insanları, onları mahkum etmen sadece kendini mahkum kılıyor. Bırak bu kontrol manyaklığını. Sen varken her şey yolunda iken sen yokken her şey paramparça ve yoldan çıkmış olsa ne olur. En kötüsü de, senin yokluğunun onlara ızdırap vereceğini düşünüp onlara üzülmen, belki acıman, ya da onları o kadar aciz sanman, ve bu kibirin, Tanrıcılık oyunun. Merak etme, yalnız değilsin. Asıl o insanları bırakırsan kendine kavuşabilirsin.

Evet şu an doğaçlama yazıyorum, ve aslında çok başka bir şeyden bahsedecekken buraya değinmem de gerekiyormuş belki. İçimdeki erilin hem bende hem temasta olduğum hayatımın her bir yerinde bana hissettirdiği, düşündürdüğü bir şey bu. Bir kadın olarak yaşarken sorumlulukların bendeki tezahürü ise biraz daha karmaşık. Ama yine de almam gereken bazı sorumlulukların neden bende yük duygusu yarattığını anlatıyor. Ya da bazı insanlarla olan ilişkilerimde neden bu bağımlılıktan kurtulma arzusunda olduğum, ya da bir türlü bırakamadığım için kendimi hapsolmuş hissetmem gibi.. Ve belki de birilerini üzeceğimi düşünme kibirim… Vazgeçilmez olduğum kibiri de belki…Oysa zaten aslında hiçbir şey aslında benim istediğim şekilde olmuyor, gerçekleşmiyor, ben ne karar verirsem vereyim planlarım tutmuyor yer yer, bunu görüyorum....Ama bunu daha sonra anlatacağım..

Kimse kimseye yük değil. Ne kendinin yük olduğunu düşünüp altında ezil, ne de taşıdığın için onları ezebileceğini san. Birini yapıyorsan öbürünü de yaşıyorsundur…

Bir yerlerden kaçtığın için, sırf kafanı bir toparlamak için değil de, artık bir şeylerin vakti geldiği ve geri dönüşü olmadığı ve az sonra atacağın adımın farkındalığı için ve onu keşfetmek için çıkıyorsan eğer, şimdi uzaya çıkabilirsin ve keşfetmen gerekeni keşfedebilirsin belki de.

Ve şunu da unutmamak gerek, insan bir yerden kaçmak için de olsa bir yere kaçıyorsa orası onun en konforlu olduğu yerdir. Ve aslında konforlu alanlar aslında bizim kaçtığımız nedenleri görmezlikten geliyorsak zafiyetimiz ve bağımlılık noktamız da olabilirken, aslında sığındığımız da yerdir. Ve bazen o alan bizim görmemiz gereken şeyleri de böylece kamufle edebilir ve biz görmemiz gereken kaçtığımız şeyleri, sebepleri göremeyebiliriz ve çözülmesi gereken bazı şeyleri böylece erteleyebiliriz. Yani işin kolayına kaçtığımız ve sorumluluklarımızdan kaçtığımız için. İşte bu yüzden tüm sıkışmışlıklar, krizler, patlama anları bizleri konforlu olduğumuz alanlara püskürtür. Ve aslında altında yatan bazı gizli kalmış sebepleri göremesek de. Konfora yolculuk kaçış olarak düşük niyetlerden dolayı olunca insanın konforlu bulduğu şeyler de daha düşük şeyler oluyor, ve sırf geri dönmemek adına bağımlılıklara ve kaçak hayatlara kayabiliyor insan. Oysa konfor alanı aslında içinde başka cevherleri de barındırıyor.

Çünkü orası senin en rahat ve en iyi olabileceğin yerdir de. Tüm yeteneklerinin, ustalığının da saklı olduğu yerdir. Aslında gerçek evin belki de orasıdır ve yaşadığın bu dünya belki de sadece evden çıkıp okula geldiğin yer bile olabilir. Sanırım unuttuk.. Ve bizim bu okulda yapmamız gereken şeylerden biri de o unuttuğumuzu hatırlamaktır. Ama oraya kaçarak ve kaybolarak değil, ama bilerek ve vakti geldiğinde. Ve aslında artık öğrenilecek ve üstüne konulacak bir şey de olmayabilir, sadece ne olduğunu, ne bildiğini, tüm öğrendiklerini hatırlaman gerekiyordur. Kafanın içine bir şeyler sokmaya çalışmak yerine, onları düzenlemen ve tertiplemen, çer çöpü toparlaman gerekiyordur, ki aslında bulanık sandıklarının arkasındaki gerçek resmi görebil diye. Tüm kamuflajlara rağmen. Ve bu kamuflajların o kadar çok tadı, rengi ve şekli var ki.

Kimi gerçekten de sarhoş eden tatlılıkta, ve konforlu olup senin neden kaçtığını görmene engel olabiliyor, ve çözmen gerekenleri erteleyebiliyorsun. Tüm hoşluklar, iyi olanlar, güzellikler içinde olma çabası yüzünden içinde bulunduğun karmaşıklığı görmezlikten gelmen, onu yokmuş sayman ve elini ona bulaştırmaktan vazgeçmen çok kolay. Kim acıyı tatlıya tercih eder ki.

Son bir haftadır keşfettiğim bir kamuflajımla ilgileniyorum ben de. Korku.

Aslında korku bir şeyi saklamanın en iyi yolu. Bir yerde bir şey saklayacaksan, ve insanların onu keşfetmesini istemiyorsan, onları oradan uzak tutmanın en iyi yolu oranın perili olduğunu, orada canavarların olduğunu, ve giderse geri dönemeyeceğini söylemek, efsanevi korku hikayeleri ile orayı gidilmemesi, bakılmaması gereken bir yer olarak kamufle etmektir. Ve birkaç gündür düşünüyorum da, ben de korkularımın arkasına saklanan şeyleri görmekten uzak yıllarımı geçirmişim. Ve bunu da iyi bir niyet adı altında yapmışım. Çok çabuk etkilenen ve hemen canlandıran bir zihnim olduğu için 20li yaşlarımın başından beri bütün korku içeriklerini izlemeyi, dinlemeyi bırakmıştım. Bünyeme katmayarak, zihnimi onlardan arındırarak korunabileceğimi düşünmüştüm. Neden? Çünkü negatif, olumsuz ve düşük enerjili görseller, fikirler, sesler beynimde bir sinir ağına sahip olmamalıydı ki ben de hep olumlu düşünebileyim. Ki aslında zararlılardan arınma yöntemi olarak iyi bir niyet bu. Aynı sigara ve alkolden uzak kalma niyeti gibi..

Şimdi handeninseyirdefteri ile beynimin içinde çıktığım bu yolculukta her yeri gezebilmeye niyet edebilmiş biri olarak, uzayın bu ücra köşesinde bir perili tünele denk geldim. Aslında tünel beni buldu ama onu belki sonra anlatacağım. Oranın perili olduğu için korkunç bir yer olduğu söyleniyor. Hatta içeride canavarlar, beni öldürebilecek korkunç şeyler olabilirmiş. Böyle bir yer olduğunu bilmiyordum, ama şimdi yolumun üstünde hala böyle bir yerin beslenmiş ve var olduğunu keşfediyorum. Demek ki korku asla yok olmuyor, sadece karanlıkta sen onu bulana kadar gizli de olsa beklemeye devam ediyor. Bu sefer ona farklı bir gözle bakıyorum. Ya eğer o korku tüneli aslında bir şey saklıyorsa arkasında. Ya cambaz aklım tüm gizlemek istediklerini o korku tünelinin arkasına saklıyorsa ve nasılsa Hande buraya uğramak istemeyecek diyorsa. Ve belki de gerçekten en son bakacağım noktanın orası olacağını biliyorsa.

Bu hayatta benim kendimle buluşmamın en büyük engeli korktuklarımdır. Ben sırf bazı korkularım yüzünden yıllarca yalnız kalmaktan korktuğum için kalabalıklara saklandım. Ve tüm mantık çerçevem, bakış açım ve hayat felsefemin doğrultusunda eylemlerimin gerçekleşmesinin en büyük engeli benim korkularımın esiri olmam ve onların esiri olarak onların doğrultusunda kendi düşüncelerime bile ihanet etmemdir. Ve kendi gerçekliğime aykırı tutumlarımın nedenidir korkularımın esiri olmam. Ve bu yüzden de belki kendimi asla bulamayışım, çünkü ben korkularımı hep kendi varlığımın üstüne koydum ve asıl kendimi arkasına sakladım ve de unuttum zamanla. İşte gerçek dediğimiz bu dünyanın aslında Alice diyarına dönmesi ile gerçek olabileceklerin olmayan bir hayali diyara dönüşüp saklanması böyle bir şey. Gerçeklerin ve hayallerin birbirine geçtiği ve neyin ne olduğunun belirsizken şu an netleşmeye başladığı bir an belki de bu. Ve açıkçası bu raddeye gelmemin en önemli nedeni belki de tünelin arkasından bir an için gördüğüm gözlerimi kamaştıran bir ışıktı bunu keşfetmemi sağlayan:)

Şu son birkaç gündür hiç yapmadığım bir şey yapıyorum ve bir korku dizisi izliyorum. Çünkü bünyemden o kadar uzaklaştırmışım ve yok saymışım ki, şimdi korku duygusuna sarılasım var belki de. Ve korktuğumu düşündüğüm tüm şeytanlara, yaratıklara, katliamlara bakmayı tercih ediyorum, sırf bakabilmek ve etkilenmemek için. Aslında enteresan şekilde kolaylıkla bakıyorum da. Hatta neredeyse korku dizisinden çok bir aşk dizisi olarak görmeye bile başladım :) Ve neyin iyi neyin kötü olduğu gerçekten göreceli ve kötü sandığımız kaçtığımız şeyler biraz daha bakınca artık öyle gelmemeye başlayabiliyor. Bazen kötü sanıp sakındığımız şeyler arkasına bakmak istemeyeceğimiz bazı başka şeyleri saklıyor olabilir. Kim bilir belki de o korku tünelinin arkasında açılan çok güzel başka bir dünya bile bulabilirsin, asla hayal edemediğin. Ve sen sırf bu korkuları büyüttüğün için bunu erteliyor bile olabilirsin. Aslında bir zamanlar birkaç yerde karşıma çıkan bir ifade vardı. Korku sadece sevginin eksikliğinde var olabilir. Sevginin tersi demiyorum sadece sevginin eksikliği. Ve evet, belki de şu an kendimi daha çok sevmem nedeniyle şu an korkmam gereken şeylerde korkuyu eskisi gibi göremiyorum, tam tersine onları da sevebilirim diyeceğim bir yere gidiyorum sanki. Sanırım artık beni eskisi gibi korkutamadıkları için. Belki de içimdeki o sevgi yüzünden artık korkamıyorum bile. Evet, o kadar çok seviyorum ki artık eskiden korktuğum şeylerden korkamıyorum bile...

Bugün gevezeliğim üstümde :) Ve yazma kabiliyetimi kaybetmiş gibi hissediyorum sanki hiç kendi olduğum halimde yazamıyormuşum gibi bugün. Biraz dağınık, ordan burdan konuşan, atıp tutan biri gibi geliyor biraz. Oysa uzay yolculuğuna çıkıp gezegenlerin astroloji ile bağlantılı birbirleriyle ilişki modellerini anlatacaktım, ve ne oldu..

O zaman korku demişken biraz da rüyalarımdan bahsedeyim de öyle gideyim. Rüyalarımda hep korkuyla yüz yüze gelirdim. Ve bilmediğim korkunç yaratıklardan kaçmak rüyalarımda çok sık olan bir şeydi. Aslında şimdi bakıyorum da, aslında beni kovalamasının nedeni beni yok etmek değilmiş. Ben korktuğum için kaçsam da o beni kovalıyordu çünkü aslında bana ulaşıp bana söylemek istediği bir şey vardı belli ki. Belki korktuğumun bile farkında değildi canavar sandıklarım. O sadece benim bakış açımdı. Çünkü o kovalayan şey hep normal dışı, doğa üstü güçlere sahip ve alışılmadıktı. Ve bir keresinde kaçarken bir odaya sıkışıp kaldığımı hatırlıyorum. Ve o anda bir sesin bana Hande bak bunların hiçbiri gerçek değil, duvara dokun göreceksin dediğinde dokunmamla her şeyin erimeye başlayıp koca bir kazan dolusu çikolatalı pudinge dönüşmesi :) evet unutulmaz :) ya da Robocop’tan kaçtığım bir gün yine sonunda yakalandığımda onun bana dönüp ışıklı silahını doğrultup sonra da birden nasihatlarda bulunmaya başlaması :) film tadında uzaylı istilalarını, vampirlerle maceralarımı ve daha nicesini yazamıyorum bile..

Bunların hepsinin anlatmak istediği şey, aslında bir gün karşıma çıkan durum ve kişilerde onları her türlü garipliğiyle kucaklamam gerektiği de olabilir. Çünkü çok güzel olabilecek şeyleri benim için kötü sanıp korkup kaçabiliyorum, oysa kötü sandıklarımız belki de arkasında çok büyük bir güzellik taşıyor gerçekten. Sırf bu yüzden gözlerimi kaçırıyor ve görmüyorsam ne yazık.

Ve belki de daha keşfedilecek çok yerler var, yeter ki bakmaya korkmamayım. Çünkü kimsenin beni yakalamak ve istila etmek gibi bir derdi yok aslında.

Ve evet beni kendi bulan korku tünelim de öylece karşıma çıktı, korkularımla yüzleşmem için ben her ne kadar başlarda beni ele geçirmeye çalıştığını zannetsem bile. Aynı Corona’nın da şimdi herkesi bulması gibi. Belki dışarda olanlar temas etmenin korkusunu yaşıyorken, evden çıkmayanlar da her ne kadar virüsle temas etmeseler de onun varlığı ile temas halinde olduklarından onlar da evde kalarak etkileniyorlar ondan. Yani aslında bu virüs fiziken ya da manen her anlamda herkese ulaştı bile. Ve herkes kendi korku tünelinden geçiyordur belki de. Ve herkesin deneyimi bir başka. Görmesi gereken şeyler kendine has. Bununla ilgili düşüncelerimi daha sonra yeniden yazabilirim. Bir istila yazısı :)

Evet, şu ana kadarki en dağınık yazımı yazmış olabilirim. Bu da yazılarımı kontrol etme manyaklığıma bir ders olsun o zaman :) Ve en önemlisi de bu corona günlerinde ev hali beni de fena etkiledi demek ki. Daha fazla toparlayamayacağım, böyle dağınık kalsın…

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
Uyan

İyileşmek için önce iyileşmeyi istemek gerek. İstemek demek, hasta olduğunu ya da bir sorun olduğunu kabul etmek demek. Bende sorun yok...

 
 
 
Hayat

Biraz Hakimsen, hakim olmayan birileri dilinin ucundan sonucunda bir açıklama beklerler. Seçim yapmanı isterler. Çünkü gerçeği, doğruyu...

 
 
 
An’ında Gelenler 4

Başkalarının doğrusuna uyarsan eğri ile eğri kalırsın ama sen de o da doğru zannedersin. Sen kendin dışardan koşullanmadan şartsız...

 
 
 

© 2023 by The Artifact. Proudly created with Wix.com

bottom of page