Minik fare kükredi, ama fareden korkmadı kedi
- Hande G
- 14 Haz 2020
- 7 dakikada okunur

Nasıl anlatsam, nerden başlasam….
Bodrum Bodrum, Bodrum Bodrum
Şaka gibi bir hafta geçiriyorum. Acaba bugün de ne olabilir ki diye merakla beklemek istemesem de hazırım başıma geleceklere, viledamı ve temizlik bezimi hazırladım :)
Annem,babamla sözde biraz kafa dinlemeye, dinlenmeye, tatil yapmaya geldik yazlığa ama uzun bir araba yolculuğu sonrasında geldiğimizden beri 4 gündür sadece temizlik yapıyoruz :) Bugün ilk defa kuruyan kilimlerin arasında balkon keyfi yapabiliyorum, ama hani emin de değilim her an kalkıp temizlik yapmak zorunda kalabiliriz gibi, ama yok bitti galiba, di mi, keyif yapabilir miyiz acaba artık?
Bütün gece araba kullanıp, eve girdiğinde uyuklamayı hayal ettiğin bir anda, varınca göreceğin manzara kesinlikle banyoyu ( iyi ki sadece orası) basan fare(ler?) ve yarattığı pislik olmamalı. Sen de 5, ben diyeyim 10 kilo siyah pirinci alıp bütün yere, tezgah üstüne, dolapların içine, makine arkasına, altına, küvetin bile altına, her yere saçtığını hayal et. Gözümüzden uyku akıyor ve girecek başka tuvalet de yok :) Para versen kimse gelip temizlemez o derece vahim bir manzara, elin mahkum sen kendin temizleyeceksin, öyle uygunsuz bir zaman ve hal. 3 günde anca tam anlamıyla temizledik, banyoyu baştan aşağı resmen yıkadık… Ertesi gün parka gittik, 1-2 saat sonra komşu aradı, aşağıya şapır şupur sular akıyormuş. Çünkü evi su basmış :) Bu sefer mutfaktan :) Evin her yeri, tüm odalar bildiğin 5 cmlik havuz.. Neyse ki temiz su…Buna da şükür :)
Ev, bildiğin kendini baştan aşağı komple bize temizlettirdi, yıkanmayan bir tek yer kalmadı. Bugün 5. Günden bildiriyorum, her şey (şimdilik :)?) sakin. Arada kırılan bazı eşyalar, (nasıl olduğu muamma sanırım yapılan izolasyon yüzünden) duvarda açılan delik, şunlar bunları saymıyorum bu arada, küçük şeyler bunlar :) Evde full bir arınma, bakım ve temizlik haftası yaşıyoruz.
İşin bir de psikolojik boyutları var aslında. Tiksinme duygumun tetiklendiği bir manzaraydı o banyonun hali, ama tiksindiğim şey kesinlikle farenin kendisi değildi. Aslında farelerden hiçbir zaman korkmadım ya da tiksinmedim ki 2 sene odamda özgür gezebilen hatta yer yer kaybolan hamster(lar) beslemiş biri olarak sanırım bu gayet normal bir şey benim için. Bir de üstüne gördüğüm rüya sanırım bilinçaltımda fareleri ya çok sevdiğimi anlatıyor :) ya da evren bir şeyleri telafi etmeye çalışıyor :) Sözde hastaneye gidiyorum, orada gezinirken bir katta bir kütüphane gibi bir şey var ve her bir rafında bölmesinde yüzlerce fare yaşıyormuş. Her biri çizgi film karakteri gibi, birbirinden sevimli, irili ufaklı, zayıf, tombul, desenli, puantiyeli, renkli renkli, her biri büyülü gibi buğulu ve aşırı güzel ve sevimlilerdi. Orada resmen farelere aşık oluyorum neredeyse. Sonra elimi fındık kadar bir fareye uzatıyorum, o da elime geliyor, seviyorum sonra yerine geri dönüyor. Orada onlarca insan var ve sanki hiç biri burada yaşayan fareleri görmüyor gibi, kendi koşturmacalarında yaşıyorlar.
Sonuçta dünyanın en vahşi hayvanı da, en sevimli hayvanı da, en iyi insanı ya da en kötüsü de, yani her canlı bir şekilde bir yerleri mecburen pisletiyor. Gelip banyomuzu pisletince pis fare, rüyamda şirinlik yapınca sevimli fare olmuyor. Yapılan şey her canlının yaptığı bir eylem, ve yapmayan yok. O zaman mevzu nereye ve kime yaptığına ve dokunduğuna göre şekilleniyor. Yaptığın bu normal ve doğal durum birine dokunduğunda birden sen pis olabiliyorsun. Çünkü senin için artık işlevi kalmayan ve bünyenden attığın tüm bu gereksizler, karşı taraf için de istenmeyen, bünyesinde barındırmak istemediği şeyler büyük ihtimalle. İçimizde artık tutamadıklarımızı, bizi hasta eden, rahatsız eden, kalırsa artık zehirleyecek toksin şeyleri başka insanların üstüne kusmuyor muyuz hiç? Konuşurken eleştirirken sözlerinle hiç mi zehir saçmadın etrafına? İçin zehirden dolup taşmışken, tüm nefretin, öfkenle, bir ortama girdiğinde orayı hiç mi etkilemediğini zannediyorsun? İnsanlar senden rahatsız olduğunda belki de bunun nedeni içinde tuttuklarının etrafa kokusunu yayıp herkese aslında ulaşıyor olmasıdır. Söylesen de söylemesen de, saklasan da saklamasan da.. İnsanın bulunduğu alan da aslında evi gibidir. Belki hassasiyet alanı, evi gibi gördüğü yer çok büyüktür, o yüzden senin sokağa attığın çöpten, yaptığın ses kirliliğinden, yaydığın onun için yük olan enerjinden rahatsızlık duyuyordur. Belki çok hassas değildir, anca kavga edip yumruk attığında rahatsız olduğunu fark ediyordur. Ama sonuçta herkes ev dediği alanını temiz ve arınmış tutmak ister. Aslında pis olarak algılanan insanların, hayvanların kendisi değildir, ama ihtiyaç duymadıkları çürümeye yüz tutmuş yükleridir. (Aynı bir ara covid’i ilk taşıdıkları için Çinlilerin bazı kesimlerce pis algılanması gibi.) Bazen bunları yine de hala taşıdıkları için o yükün kendisi olur ve onunla kimlik bulurlar, ya da gün gelir birilerinin evini birden amansız kirletebilirler. Rahatsızlık yaratan şey ise, pisletenin kendisinden çok, kendisinden çıkan şeylerdir. Sen de bundan rahatsız olursun çünkü kesinlikle bilirsin ki o şeyler oraya, sana da ait değildir, ve senin için kesinlikle atılması gereken bir şeydir, çöptür ve uzaklaşması gerekendir. Bünyene kesinlikle katmak istemediğin, başkasından gelen şeyler pis, kaka. Belki biraz da olsa normal karşıladığın şeyler artık pis değil ama farklı ama yine de kabul edilebilir hale geliyor. Aslında senin de gereksinmediğin ama farkında olmadığın bir şeyi pis görmek yerine bu yüzden kabul edebiliyorsun, ve zamanla onu üstünden atman gerektiğini karşı taraf aracılığıyla idrak ediyorsun. İlişkilerin büyük aşkla başlayıp sonra toksik bir hale gelmesi de böyle oluyor sanırım. Başlarda sana da normal gelirken kendinde göremediğin şeyi karşında görüp irrite olmaya başlıyorsun, daha önce nasıl rahatsız olmadığını anlayamıyorsun belki de, ama aslında tek olan şey şu ki; insanın bunu kendinde fark etmesi ve gereksiz olduğunu anlaması daha zor ve o yüzden başkası üzerinden bununla yüzleşmek ve kendinde hissetmek istemediğin o duyguyu başkasına hissetmek daha kolay ve uygulanabilir oluyor. Aslında hakikaten de herkes birbirine aynalık yapıyor. Aynı çok sevdiğim ve sevimli bulduğum, çekildiğim o tatlı fareciklerin de bende bir şekilde hayatımda tiksinti yaratacak bir yüzüne rastlamam gibi.
Şimdi söyleyeceklerim biraz birbiriyle çelişecek gibi duracak ama hakikaten de aslında çelişik bir durum ama her birinden de ayrı bir fayda var. Bunu en iyi anlatabilecek örnek aslında Dünya’nın kendisi. Dünya’da yaşayan her bir canlı her haliyle bütüne ve sisteme bağlı, bir zincirin bir halkası ve mükemmel bir denge ile bağlı. Birinin azlığı veya çokluğu bile birçok varlığı etkiler. Ölüsü de dirisi de. Bizim pis gördüğümüz dışkının bile yaşam bulan bitkilere vs. gübre olarak bir katkısı vardır ve o bile boşa gitmez. Ve eminim ki doğa ana için dışkı bizim hissettiğimiz gibi iğrenç bir şey de değildir. Her şeyin gerçekten ait olduğu ve dönüşüm döngüsüne katkı sağladığı bir yeri vardır. Bizler sadece kendi kalabalık ama kendi içinde kalmış küçük dünyamızdan baktığımız için geri kalan her şey evimizi işgal eden, kirleten ve reddettiğimiz bir şeyden ibaret.
İnsanlar arasında ise birbirimize olan bağlantımız da buna benzer bir şekilde işliyor. Aşık oluyoruz, arkadaş oluyoruz, kardeş oluyoruz, dost oluyoruz, düşman oluyoruz, rakip oluyoruz, sarılıyoruz, dövüşüyoruz, bir sürü şey.. Ve her temasımızda aslında çekildiklerimizle karşımızdakinin yüklerini de kabul ediyoruz. Belki başlarda çok güzel, ya da normal, olası, ya da rahatsızlık vermeyen, ya da biraz garip ama kabul edilebilir geliyor. Ve zamanla bu temaslarla yüklerimiz, enerjimiz birbirine karıştıkça onunkiler senin, seninkiler onun olmaya başlıyor galiba. Her şey normal gelirken zamanla karşındaki aracılığıyla kendinde daha önce görmediğin halleri görmeye başlıyorsun, ve kabul ettiğin şeyler sana rahatsız edici gelmeye başlayabiliyor. Aslında olay o kişinin rahatsız edici biri olmasından çok, senin onun yüklerini (ve aslında o yükler senin farkında olmadığın kendi yüklerin de) artık taşımak istememen. Burada önemli unsur bana göre, o yüklerden kurtulma şeklin. Eğer o kişiden kurtulmak yüklerden kurtulmak anlamına geliyorsa, o zaman o kişiden ayrıldığında bir sonraki kişide yine aynı konuları zamanla görmeye ve aynı şeyleri yaşamaya devam edeceksin. Çünkü mevzu burada kişiler değil aslında, onlar sadece senin yüklerinin, gereksiz olan fark etmediklerinin birer temsilcisi, hatırlatıcısı. Sende nefret ve kızgınlık uyandıran şey sadece temsil ettikleri. O kişiye kızmak belki çok gerçek, ama aslında onun taşıdığı ne ki sana ağır geliyor ve şikayet ediyorsun ve neden bunu fark etmemiştin de şimdi sana geldi ve seni rahatsız ediyor? Dünyadaki bütün fareleri öldürüp belki bir daha banyonun kirlenmesini engelleyebileceğini sanabilirsin. Ama fareler tükense de yerini başka bir canlı alır elbet. Ve yine bir şekilde başına gelir. Fareleri suçlamak hiçbir işe yaramıyor, banyonun temizlenmesine ise hiç katkı sağlamıyor. Sonuçta orayı fareler değil sen temizliyorsun..
O yüzden aslında karşımıza çıkan her insan, ilişki türü aslında bir yerden sonra başımızı ağrıtmaya başlasa da aslında göstermek istedikleri açısından faydalı. Çünkü her temasın amacı sadece kendimizle alakalı bir şeyi gösteriyor olması. Bu açıdan aslında ilişkilerin her türlüsü bir bakıma oluyorsa olacağı varsa içinden geçiliyorsa öyle gerektiği için. Önemli olan, aynı türde dersleri sürekli tekrar edip kurban psikolojisine girmemek, yılmamak ve vazgeçmemek. Ama düşün ki öyle dersler var ki belki de yüzyıllardır çözülememiş ve o kadar kronikleşmiş ki belki çözümleri rafa kaldırılmış ve hayatımızın normalleri gibi algılanmaya başlamış. Artık yaranın yara olduğunun bile fark edilmediği çok derinlerde tüm insanların içinde barındırdığı yaralar. İşte bunların uyanmaya başlaması sadece ikili ilişkiler boyutunda kalacak cinsten olmayabilir, ve tüm insanlık olarak ciddi dalgalanmalar yaşatacak şeyler belki de. İkili ilişkiler arenası ise belki herkesi etkilemiyor olabilir, ama kolektif düzeyde tüm insanları ilgilendiren ortak konular da ilişkiler boyutunda daha derinden ve keşfedilmeden ilerliyor, derin sularda..Bu çok ayrı ve uzun biraz başka bir konu..
Neyse, çelişkiye devam edelim. Ve o yüzden de aslında karşımıza çıkan her insanı belki de iki kere de düşünmeliyiz. Kimle neyi paylaşmak istiyorsun, hangi yoldan derslerini almak istiyorsun. Hele ki kuzey ay düğümünün ikizler burcuna girmesi ile birlikte artık yakın temaslarımızda kimlerle enerjimizi nasıl paylaşıyoruz. Çünkü karşımıza gelen her bilgi sahip olduğumuz inançlarımızı bize yansıttıklarıyla sarsabilir, kalıplarımızı yıkmak isteyebilir. Onlara tutunmak istesek de daha şeffaf olmaya ve inançlarımızın çok katı ve değişmez olmamasına davet ediliyoruz. Ya da kimlerle neyi paylaştıklarımızla beraber artık daha bilinçli ve farkındalık dolu sağlıklı ortak inançlar, kalıplar sentezleme zamanı. Ne kadar esnek ve değişime açık, o kadar ikizler gibi hızlı, hareketli, her türlü bilgiyi almaya ve kabule yatkın, ve aldığı kadar elinde tutmadan bırakmaya da yatkın, sadece içinden akıp geçmesine izin veren bir yapıya sahip olabiliriz. Sanki elektrik ileten bir kablo gibi. Ya da ses veren bir ney gibi.
Bir şelale düşün. İster uzaktan izle, ister altında dur duş al, istersen bir kova al şelaleden su doldur. Her ne yaparsan yap, o şelaleyi ne bir kovaya sığdırıp yakalayabilir, ne tutabilir, ne elde edebilirsin, ne de durdurabilirsin, ne de kendine saklayabilirsin, alıp eve götürebilirsin. İşte ikizler de böyle bir şey bana göre. Bilgi de sürekli böyle akıyor işte. Tek yapabileceğin, onu uzaktan görüp bir bütün olarak kabul edip, altına girip yıkanmak, ve her bir damlanın farklı olduğunu ve bir daha geri gelmeyeceğini kabul etmek. Ama aslında tüm bu değişkenliğin içinde sen hep aynı yerdeydin, o aynı şelalenin altında. Ve ilişkiler de böyle hayat da böyle. Sürekli temas halindeyiz. Elimize yüzümüze su damlaları çarpıyor sürekli. Bazen kızıyoruz hoşumuza gitmiyor, belki canımızı yakıyor şelalenin o sertliği. Bilmiyorum artık nasıl kalıplarımız var ise, belki giydiğimiz kıyafetlerden dolayı üstümüz ağırlaşıyordur ondan. Ya da çok hoşumuza gidiyordur ama her biri geçip gidiyordur ve ceplerimizi suyla doldurup saklamaya çalışıyoruzdur ama tutamıyoruzdur bir şekilde ucundan, hep kayıp gidiyordur. Belki girdiğimiz şelaleler de farklıdır. Kiminin ki devasa ve korkutucu, kiminin ki tam kıvamında, kiminin ki cılız. Nasıl bir şelale ile nasıl bir ilişki kurmak istediğin de senin inancın, kalıbın.
Evet bu su mevzularına çok daldım, bunlar hep evi su basmasından. Daha neler olacak hiç merak etmek istemiyorum açıkçası. Ben tatile geldim ama enerjim tatilde değil, çalışıyor. Güncellemelerin acısı nereden çıkacak belli olmuyor.. Ama şu da var, bu ev hiç bu kadar temiz olmamıştı :)