30.12.2020 (çok yaratıcı bir başlık)
- Hande G
- 30 Ara 2020
- 8 dakikada okunur
Bugün çok şeylerden bahsedesim var. Nereden başlamalı biliyorum da. Rüyalar. Birkaç gün önce gördüğüm başka gecelerdeki 2 farklı rüyamı anlatmak istiyorum öncelikle. Rüyalarım üzerinden düşündüğümde bu dolunay ve ay tutulması gününde bana anlatmak istedikleri çok anlamlı geliyor. Tabii bu benim hikâyem…
İlk rüyam o kadar net ki, unutmam kolay değil. Kısaca;
Dön dolaş sokaklarda yürüyüp koşturuyor ve kaynakçı arıyorum. Oradan oraya gidiyor ama bir türlü bulamıyorum. Bulmam gerek, çok istediğim bir şey var ama bu işi ancak kaynakçı yapabilir. Bir işlem yaptırmam gerekiyor, ellerimle ve hatta parmaklarımla alakalı bir işlem. Ve bunu sadece kaynakçıda yaptırabilirim. Neyse sonunda bir tane buluyorum. Dükkanın önünde bir adam oturuyor, oranın sahibi. Diyorum şöyle şöyle bir şey var onu yaptırmak istiyorum. Bilgi alabilir miyim? O da başlıyor anlatmaya. Parmaklarınızı bir saç tava gibi sıcak bir alet var oraya tutarak gerçekleştiriyoruz, parmak uçlarınızı bir nevi dağlıyoruz ve şekilleri geri dönülmez biçimde değişiyor. Bir kalem ucu gibi üçgen silindir şeklinde bir forma giriyor. Ve bu şekilde kullanmak istediğiniz o yeni teknolojik yöntemi kullanarak yazabilir hale geliyorsunuz. İşte bu da bakın göstereyim, parmaklarınızla o şekildeyken tutabileceğiniz o yeni teknolojik kalem. Kaleme bakıyorum gerçekten değişik bir ucu var ve bu kalemin tutulabilmesi için parmaklarını ona uygun forma getirmen gerekiyor ve bu şekilde bir teknolojik (?) alan var bir nevi program ve orada bu yeni kalem ile yeni yöntemde yazabiliyorsun ancak. Peki diyorum bu işlemde her bir parmak ne kadar süre yakılıyor? Adam: Yaklaşık her biri için 2 dk. Tamam diyorum, peki bir örnek var mı yaptıran birini bir görsem. Ve tam o sırada bir kadın içerde bu işlemi uygulatıyor ve adam da bana gösteriyor. Bir bakıyorum, kadın oturmuş bir aletin önünde gözlerinden yaşlar gele gele hıçkırıklara boğulmuş ağlıyor acıdan. Ve diyorum, bu nasıl bir işlem, resmen işkence. O an tereddüt ediyorum. Ben gerçekten bunu istiyor muyum diye. Ama işin aslı beni çelişkide bırakan konu işlemin acılı olmasından çok, parmak uçlarının normal görüntüsünün sonsuza kadar değişmesi ve o garip şekilde parmak uçlarıyla yaşamak zorunda kalacak olmam. Acaba ben böyle yaşayabilir miyim diye düşünüyorum. Ve adama dönüp, ben kararsız kaldım şu an emin olamadım bir düşünmem gerek deyip oradan çıkıyorum. Kafam karışık yolda yürüyorum, adam da benimle yürümeye başlıyor. Sanki beni ikna etmek istercesine bana bir şeyler anlatırken ben uyandım..
Ve ikinci rüyam:
Rüyamda odamdayım ve odam suyla dolu. Yatağımın yanında kocaman bir köpekbalığıyla karşılaşıyorum ve korkuyorum. Bir süre köpekbalığı ile alakalı görüntüden sonra rüyamda astrolojik kavramlarla uğraşarak uyandım. Rüya burada bitti.
Kalktım ve mutfağa gittim. Bir bardak su aldım ve masanın yanına oturdum. Suyumu içerken bir yandan da rüyayı düşünüyordum. Ne bu şimdi diye.. Ve düşündükçe bir anda bütün mutfak suyla doluymuş gibi hissettim. Sanki rüya bitmişti ama evim hala su ile doluydu. Ben de içinde. Ve o an suyun içinde etrafımda köpekbalıkları yüzüyor gibi hissetmeye başladım ve sıkıştım. Çünkü bu sadece bir hissiyat bile olsa çok sıkıştıran bir hissiyattı. Hemen kafamı dağıttım. İnternette biraz köpekbalıklarını araştırmaya başladım. O anda aslında bunu görmemin yengeç dolunayı ile alakası olabileceğini de düşünüyordum. Derken, bazı cümleler ilgimi çekti. Köpekbalıkları uçakların havada süzülmesi gibi yüzermiş, derileri zımpara gibi değişik bir dokudaymış ve hızlı yüzmelerini sağlıyormuş, ve sırf bunu taklit ederek savaş uçağı teknolojisinde kullanıyorlarmış vs.. Ve bir de köpekbalıklarının hava kesecikleri olmadığı için sürekli yüzmek zorundalarmış, durdukları anda solungaçtan geçen suyla akış kesildiği için nefessiz kalıyorlarmış. Bu yüzden de ömürleri boyunca hep yüzmek zorundalarmış. Suda yolculuk yapan bir varlık var ve suların en yetenekli avcılarından biri. Vahşi, tam bir savaşçı. Ve sürekli hareket halinde. Sanki ormanların kralı Aslan gibi, o da suların kralı bir aslan. Bildiğin suyun güneşi, marsı.
Babam zımpara taşı imalatı yapıyordu. Ve kardeşim de pilot ve uçak kullanıyor. Deniz aşırı ülkelere gidip geliyor, saatlerce havada hareket halinde uçuyor. Ve benim Mars’ım 9. Evde Yengeç burcunda. Ve bu dolunay tam da Mars’ım üzerinde gerçekleşiyor. Ve Mars benim kardeşim. Ve mars benim yükselenim yöneticisi olarak beni temsil ediyor. Ve Mars o evdeki Ay’ım yönetiminde. Yani o evin güneşi diyeceğimiz yöneticisinin idaresi altında. Bense bildim bileli uçağa binerken hep korkmuşumdur. Derin sularda yüzerken de köpekbalığı hayaliyle korkmuşumdur. Aslında kardeşimin uçağı kontrol ediyor olması bana bir işaret. Çünkü o aynı zamanda beni de temsil ediyordu. Bir an düşündüm. Ben Asc yöneticisi Mars olarak Yengeç’te yani suyun içinde 9. Evde bilinmeyen derin sulardayım. Kardeşim havada yolculuk ederek deniz aşırı uzak yerlere gitmeyi tercih etti. Peki, ben ne yapıyordum? Ve neden ben kardeşim korkmazken kendim uçaktan korkuyordum. O kendini ortaya koyarken benim koyamıyor oluşum aslında benim korkum kendimi bilmezlikten olabilirdi. Gerçeğini görmezlikten geldiğinde kendini bilmediğinde ve inkâr ettiğinde kontrol etmek istemediğinde ortaya çıkan korku. Bir an düşündüm, kendimden korkuyordum. Belki de köpekbalığı bendim. Yani köpekbalığı gibi vahşi ve yırtıcı olmak değil dediğim. Ama onun ruhsal olarak temsil ettiği özellikleri ve gücü dediğim. O an köpekbalığı olduğumu hayal ettim ve içinde olduğum mutfağı hayal ettim. Gerçekten de sıkışmışlığım geçmişti ve kafamda hayal ettiğim ben karşımda hayal ettiğim bir köpekbalığı ile bakışıyorduk. Bir an aslında korkunç olmadığını düşündüm ve hatta ne kadar sevimli diye düşünmeye başladım. Beynimize işlenen tüm o düşünce kalıpları bakışımızı ve hissettiklerimizi ne kadar da etkiliyordu. Ve artık o andan itibaren köpekbalığı hakkında olumsuz korkulası negatif şeylere yoğunlaşmaktan çıkmış ve sanki kendini keşfetmek istercesine onu keşfetmek istiyordum. Onun bütün üstün halleri, yetenekleri, özellikleri vs.. Ona baktığımda kendimde keşfetmem gereken güçlere bakıyordum aslında. Bakabiliyordum.
Sudaki yolculuk gibi hayat yolculuğunun da tadını çıkartmam gerektiğini biliyorum. Yaşamam ve nefes almam için hiç durmamam ve hep hareket etmem gerektiğini de biliyorum. Ve belki de bir köpekbalığı gibi artık bunu hayatımın bir doğal parçası yapmayı ve eylemlerimin çabasız bir hale gelmesini pratik etmeliyim. Ya da o yönde ilerlemeye başladığım için belki de köpekbalığı gördüm. Bildiğim tek şey, suyun manipurası o idi. Belki de hamsiden köpekbalığına giden bir yolculuk hikâyesiydi kim bilir :) Ve her ben işte bu balığım dediğinde ve sonra bir büyüğünü gördüğünde ve olduğu kimliğine tutunduğunda korkuyordu, kendinden büyük bir balık gördüğünde titriyordu. Kendi korkularını aşmanın yolu ise küçüklüğünden vazgeçip büyümekti belli ki..
Kim bilir belki de ilk rüyamda gördüğüm o parmakların uçlarının yok olması bunu da anlatıyordur. Her insanın parmak izi kendine özeldir ve onun kimliğini gösterir. Ve kimlikleri yakmak ve yok etmek acı veren korkutucu bir işlem gibi. Yeni hikâyeler yazmak, yeni yolculuklar yapmak için ise hep bunları terk edebilmek acı da verse terk etmek gerek. Yoksa kaldığın yerde hep aynı şeyleri aynı şekilde yazmaya devam edersin. Eski şeyleri tekrar etmek yerine yeni şeyler söyleyebilmek ise benim belki de kendimi durduramayacağım bir şey. Ve bu aslında geçmişte geçtiğin yerleri tekrar edip onları yazmak yerine o köpekbalığı gibi durmadan yolculuğuna devam ederken her yeni şeyde yeni şeyleri yazabilmek gibi. Takılmış bir plak gibi 10 sene önceki maceraları tekrarlamak yerine onun bilgisini üst üste katıp yeni macerada onun üstüne çıkarak yeni şekillerde yenileri anlatabilmek gibi. Duramam yoksa nefes alamam (çünkü hava kesem yok :) ). Ve insan ölmekten korktuğu kadar, kimliklerini de öldürmekten korkar ve belki daha da çok korkar ve en büyük en derin korkusudur kendi ölçülemeyen kudreti. Nisan 2018de bloğa koyduğum bir yazı vardı ve şimdi o aklıma geldi.
“En derin korkumuzun sebebi, yetersiz olduğumuz duygusu değildir, en derin korkumuzun sebebi ölçülemez kudretimizdir. Korktuğumuz şey karanlığımız değil, yaydığımız ışıktır. Kendimize soruyoruz; ,”Ben kimim ki, parlak, harika, yetenekli ve etkileyici olabiliyorum?” “Sen kimsin ki bu özellikleri reddediyorsun?” Sen, Tanrı’nın yarattığı bir varlıksın. Kendini küçümsemenin dünyaya bir faydası olmaz. Çevrendekilerin güveni sarsılmasın diye küçülmek, meziyet değildir. Işıldamalıyız, çocukların yaptığı gibi. Biz, Tanrı’nın içimizdeki gücünün yansımalarını göstermek için doğduk. Bu güç sadece birkaçımızda değil, bu güç tüm insanlarda var. Kendi ışığımızın parlamasına izin verdiğimizde bu şansı farkında olmadan başkalarına da veriyoruz. Kendi korkularımızdan kurtulduğumuz anda varlığımız, bizim çabamız olmaksızın başkalarını kurtaracaktır.” Kaynak: “A Return to Love – Reflections on the Principles of A Course in Miracles”, Marianne Williamson
Bu yazı aslında her şeyi özetliyor. Ve şu anki döneme ışık tutuyor aynı zamanda. Su dönemi yengeç dolunayı ile kapanırken aslında yengeç-oğlak aksındaki büyük değişimler geçirdiğimiz dönüştüğümüz ve zorlandığımız bu süreç kapanıyor. Ve aslında su dönemi ardından şu an Hava dönemi dediğimiz Kova zamanı gelmiş olsa da buna aslında Kova Aslan aksı olarak da bakmalıyız çünkü o çocuklar gibi masumca ışıldama konusu bir Aslan özelliğidir. Kova dediğimiz kolektif grubun her bir onu oluşturan parçasıdırlar o çocuklar( ve büyümesi aslında hiç bitmeyen ışıl ışıl çocuklar).
Belki 2 senedir bizi besleyen kaynakları sorguladık. İhtiyaçlarımız, güvence anlayışımız her şeyimiz sorgulandı. Ve benim anladığım şu. Dönüp de kendine baktın mı? Bir sistem, ev, düzen içinde kendini besleyip büyüttüğün bir çember içinde yaşıyordun ve şimdi bak bakalım. Seni beslediğini geliştirdiğini düşündüklerin gerçekten de öyle miydi? Güvende sandığın bu yer evin gibi miydi gerçekten? Gerçekten ihtiyacın olan şeylerle mi temastaydın? Kendi ritmine doğana tabiatına uygun mu yaşadın? Kendi tabiatını, doğanı gerçeğini görmezlikten mi geldin? Geldiysen bunca zaman ait olmadığın bir rutinde ritim mi tutturdun? İnsan için çok zor bir şeydir uyum sağlayamadığı bir ritimde dans etmeye çalışmak. Yorulduğunu fark ettin mi? Gerçekten ne istediğinin farkında mıydın? Belki işte, belki dışarda, belki evde, istediğini sandığın ve beslendiğini zannettiğin yerde miydin?
Suda yaşıyorduk. Ve kimi yerler su birikintisi, kimi yerler nehir, kimi yerler göl, kimi yerler deniz kimi yerler okyanustu. Su ise hepsini kapsıyordu, tüm yaşam formlarına ev sahipliği yapıyordu. Demiyordu ki sen yaşayamazsın, ister lepistes ol ister balina. O aslında bütün yaşam formlarını birleştiriyor ve kapsıyordu. Bizler ise ne olduğumuzu biliyor muyduk? Ne idin sen? Hangi balık olduğunu bilebildin mi? O anki halini görüp, o anki ihtiyaçlarını fark edebildin mi? Kendine gereken özeni gösterip kendine baktın mı? Kendi ihtiyaçlarına göre yaşamak yerine ne olduğuna bakmadan başka balıklarla o olma yarışlarına mı takıldın? Ya özendin, kendini zorladın, ya korktun köşe bucak kaçtın. Bilmediğin sularda derinliklerde kayboldun, ya da sığ sularda karalara mı vurdun? Koca sularda kendimiz olma samimiyetini kendimize yaşattık mı? Ve bu samimiyetsizliğimizle ne kadar da kaybolduk.
Şimdi kova çağına giriyoruz. Ve artık birlik, grup bilinci ortaya çıkacak. Peki, ama bu nasıl olacak? Kova her ne kadar grupları anlatsa da bir o kadar bireysellik ve orijinallik de anlatır. O zaman aslında Kova’nın anlattığı şey aslında grup içindeki bireyselliğini koruyarak grup ile etkileşimde kalabilmektir. Çünkü senin varlığının ta kendisi zaten grubu oluşturan dinamiktir. O zaman sormamız gerek. Bir gruba dâhil olduğumuzda ve orada birlikte bir şey yapılıyorsa bunun sana bir faydası var mı? Buna ihtiyacın var mı? Bundan besleniyor musun? Eğer ihtiyacın varsa ve faydalanmak istiyorsan zaten sen de karşılığında kendini kattığında oradan aldığınla aslında denklem olarak sen de orayı beslersin ve bir faydan olacaktır. Komün olarak yaşamak aslında her ne kadar benzer ortak özelliklerin bulunduğu bir yer de olsa buranın kendi içinde beslenip kendine faydalı olmasının nedeni aslında her bireyin farklı özelliklerini birleştirerek bir sinerji de oluşturuyor olmalarıdır. O yüzden aslında şu yaşadığımız zamanda şuna dikkat etmeli belki de:
1. Bu grupta kendim olabiliyor ve orijinalliğimi yaşayabiliyor muyum?
2. İhtiyacım olan şeylerden mi besleniyorum yoksa istemediğim şeylere mecbur mu kalıyorum?
3. Kendimden bir şey katıp gruba fayda sağlayabiliyor ve besleyebiliyor muyum?
4. Herkes ortak bir amaç için farklı şeyler mi yapıyor (içi yaşam dolu farklı balıkların yaşadığı bir deniz) yoksa herkes aynı sıkıcı rutin işi eylemi mi (aynı balıkların olduğu bir sürü) yapıyor? Ve yaptığın şey sence senin zamanını mı zenginleştiriyor yoksa zamanını mı çalıyor?
5. Grubu bir kişi kendi bilinç seviyesinden perspektifinden mi yönetiyor, yoksa grubun yönetimi kişilerin farklı perspektifleriyle ölçülemez bir dinamikte bilinmeyen yeni keşfedilesi bir istikamette mi gidiyor?
6. Grupta komut veren ve eylemleri gidişatı belirleyen bir yönetmen mi var, yoksa herkesi gözlemleme gücü olan ve farklı perspektifleri görerek olasılıkları aydınlatıp ortama sunan ve tercihe sunan objektif bir hakem, hakemler mi var?
7. Herkes kendi kararını vererek gruba mı katkı sağlıyor, yoksa grubun kararına mı uyarak kararın sahibine yani gruba uyuyor?
8. Kendi ihtiyaçlarını, düşüncelerini paylaşabiliyor musun? Değilse neden sence? Senden mi kaynaklı gruptan mı? Bunlar problem olarak mı görülüyor yoksa grup için üzerine çalışılması ve desteklenmesi gereken bir durum olarak mı?
9. Grupta yaptıkların seni yaratıcı ve neşeli mi hissettiriyor? Yoksa her şey kendi arzulamadığın kararlar nedeniyle mecburiyetten yapılan bir görev olarak mı algılanıyor? Yapılan şeylerden zevk alıyor musun almıyor musun?
Bu liste daha uzar..
Yani aslında her şey kısaca biz içinde ben olabiliyor musun ile ilgili. Ben dediklerini neye göre şekillendiriyorsun ile ilgili. Bir yere ait olmak bir yere dâhil olup oraya sığınmak için bir Ben’e sığınıyorsan o Ben unutma ki o sığınmak istediğin yerin benliği olacak. Ait olmak adına isteklerin gerçeklerinle ve gerçek tabiatınla ve ihtiyaçlarınla uyuşmuyorsa bil ki isteklerin dediklerin ve tutundukların gerçeklerini besleyemeyecek. Ne sen faydalanacaksın ne de faydalı olacaksın..
Kendine sığındığında ise gerçeğini yaşadığında, tüm doğallığınla kendi tabiatında yaşadığında zaten ait olduğun tabii yere gidersin. Ne kendinden ne kendin gibilerden korkarsın, ne de yadırgar yargılarsın. Ne de onlar gibi olmaya çalışırsın, çünkü zaten kendin gibidir.. Belki beraber büyür, belki gün gelir yeni tabiatlarınıza yol alırsınız…
Comments