Hızır
- Hande G
- 16 Ara 2020
- 4 dakikada okunur
Hızır, hızır, hızır, hızır…
Kim bu Hızır? Araştırıyorum ve karşıma hep başka biri çıkıyor. Farklı zamanlarda farklı hikayelerin farklı bir kişisi. Belli ki yanlış soruyorum. Belli ki Hızır belki gerçekten de bir kişi idiyse de artık olmadığı kesin. Ve ne zaman gerçekten bir kişi olarak yaşadı, ve ne zamandır bazı kişiler olarak yaşamaya devam etti ve de hala ediyor..
Hızır bir kişi, bir kimlik olarak yaşamıyor şu anda. Yaşayan tek şey Hızır’ın bilgisi. Çok eskilerden bir zamanlardan ortaya çıkmış, ve günümüze kadar yaşamış bir Hızır bilgisi. Ve diyorum kendime, Hande onu arıyorsan o zaman onu birisi olarak arama, onu ifade eden bilgiyi ara. Bilgisinin bilinçlerimizde bıraktığı etkilere, bıraktığı izlere bak.. Hıdır’ın izini sürüyorum….Hadi gel, var mısın benimle birlikte Hızır’ın izini sürmeye…
Hızır Thoth olmuş, Enoch olmuş, Hermes olmuş, Musa peygamberle yolculuk yapmış, ak sakallı dede olmuş, sıradan vatandaş olmuş, bir varmış bir yokmuş… Her zamanda varmış, her mekanda varmış, herkes olmuş, hiç kimse olmamış. Bütün zamanların, mekanların, kimliklerin, var olma hallerinin üstündeymiş sanki. Ama kafama takılıyor ve soruyorum. Neden hep erkek olmuş ve hiç kadın olmamış. Ve cevaplıyorum: Çünkü Hızır sen neysen o. Senin bilincin neyse o kadar senin bilincine görünür. Çünkü o senin bilincinin bir yansıması olarak Hızır adı altında var oluyor. Ve Hızır’a verdiğimiz tüm zamanlardaki o roller, o kimlikler senin kendine neyi muhatap almak için layık gördüğünle de alakalı. Senin muhatabın o olduğu için Hızır da öyle. Daha ötesini bilmediğin ve görmediğin için. Ve sen ona eril bir zihinle baktığın sürece aramaya ve bulduğunu sandıklarını da bir erkek olarak görmeye devam edeceksin.
Hızır çok yetenekliymiş. Elinden her iş gelirmiş. Bilgeymiş, erdemliymiş. Terziymiş, simyacıymış, şifacıymış, astrologmuş, filozofmuş, matematikçiymiş. Dokunduğu yerler yeşerir ve canlanırmış. Bereketi, canlılığı, tabiatı, çoğalmayı ve bolluğu ifade edermiş. Ab-ı Hayat, yani yaşam suyundan içerek ölümsüz olanmış. Musa peygambere bile yol gösterenmiş. Yani açıkçası, insanların yaradanın elçisi olarak gördükleri bir insan olarak en üst mertebeye koydukları peygambere bile yol gösteren olması, insan ötesi özellikleriyle süper insan kavramlarını yükledikleri ve yaratıcılık yapma özellikleri bahşettikleri ve bir insan kimliğine oturtamadıkları için kimliksiz, insan ama insan gibi de değil gördükleri bir varlık Hızır.
Peki görüyor musun Hande? Konunun ne olduğunu görüyor musun?
Konu canlılık, yaratıcılık. Yaşam suyu içen bir varlığın geçtiği dokunduğu her zaman ve mekandan yaşam, canlılık ve yaratıcılığın fışkırması ve aslında Hızır’ın yaşam suyunun akmasına kanallık etmesi. Öyle bir yaratıcılık ki, yaratma enerjisinin sıkıştığında olduğu an ve yere sığamadığı için patlarcasına hiçbir zamana ve mekana sığamayıp yayılarak büyümesi. Bir an hayal et. Olduğundan kat ve kat yaratıcı bir gücün var, öyle ki o enerji duramadığı için sürekli yaratmak ve akarak büyümek istiyor. Dokunduğu her yeri canlandırıyor ve çoğaltıyor, türetiyor.. Çünkü o enerjinin yayılması gerek. Ve şimdi düşünüyorum da biz insanların kaçırdığı işin bir püf noktası şu olmalı. Yaratıcılık ile büyümek arasındaki bağlantı. Bir şey oluşturduğun zaman o şey yaratıcı kaynaktan beslenerek o yaşam gücüne ulaşmış, hayat bulmuş, canlanmış ise oradan beslenmeye ve büyümeye devam eder. Çünkü yaratım gücü onun içinden geçerek akmaya ve ilerlemeye devam etmek ister. Eğer büyüyebilen bir şey yaratıyorsan yaşamaya devam eder. Ve zaman ve mekanın içinde büyürken ve yayılırken değişmeye devam eder. İşte bu değişme kabiliyeti ise yaratıcılığın aktığı yolda manevra yapabilme kabiliyeti. Eğer değişmiyor ama çoğalıyorsan, o zaman o mekana ve zamana sıkışmış olarak sadece nicelik olarak büyüdüğünü zannedersin, oysa sadece birikirsin ve yaşam enerjisi o mekana ve zamana sıkışmış ve orada tıkanmıştır ve yaşam enerjisinin aktığı yola tıkandığı için dikey olarak birikmeye başlamıştır. İşte bu yüzden Hızır’ın bir kimliği yok. Çünkü hangi çağda yaşamış olursa olsun hangi medeniyette var olmuş olursa olsun, insanlık bilincinde günümüze kadar kimliklere sığamadan akmaya devam etmiştir. Her medeniyetin bilinç seviyesine uygun kimliklerle yansımıştır zihinlerimize.
Ve belki de diyebilir miyiz, Hızır aslında yaratıcı kaynaktan gelen bilinç ile her ne zaman ve mekanda yaşayan insan bilincinin ilişkisinin sonucunda görünen bir yansımasıdır. Ve de insanın da ta kendisidir aslında.
Şöyle ki:
İster uzaydan gelmiş ve Dünyaya yerleştirilmiş bir ırk ol, ister Dünyalı ol. Sen şu an Dünya’da yaşıyorsun. Evin burası. Ve şimdi yaşadığın eve bak. Dünya’ya mı bakıyorsun yoksa yaşadığın medeniyete mi? Bu ikisi ne kadar benzer, ne kadar farklı, ne kadar uyumlu?
İnsanlık tüm medenileşme yolunda, bilincini kullanırken doğanın zekasından faydalanarak kullanıyor. Tüm teknolojik gelişmelerde, bilimsel gelişmelerde tabiatın, fizik kanunlarının mekanizmasını ve işleyişini inceleyerek ve onları baz alarak, insan bedenini inceleyerek robotlar, makineler yaratıyor, kuşlara bakıp uçaklar yapıyor, çiçekler yapraklara bakıp solar paneller geliştiriyor gibi vs.. Yaratım gücünün aktığı ve büyüyerek değişerek devam ettiği bir zaman mekan buluşmasının ev sahibi bir Dünya var. Ve bizler böylesine yaratıcı bir zekanın yarattığı bir medeniyetin içinde iken kendi bilinç seviyemiz oranında bir medeniyet yaratarak yaşıyoruz. Aslında küçümsediğimiz ve sömürürcesine kullandığımız bu zeki, yaratıcı kaynakla bağlantılı bu medeniyeti yani Dünya’yı ve tabiatı hor gördüğümüz için, kendi metalden yapılma katı sert ve ruhsuz robotlarımızı insan bedenine biraz daha benzettikçe benzettiğimizde sevinerek çok geliştiğimizi zannediyoruz. Çünkü bilmiyoruz ki, biz zaten en üst seviyede bir medeniyetin en üst seviyede bir yaratıcılıkla yaratılmış bir harikasıyız ve hala hem kendimizi hem de Dünya’daki her şeyi sadece kibirli egosantrik zihnimiz için bir araç olarak görüyoruz. Çünkü görmüyoruz ki içimizden akan bir yaratım gücü var, ve içimizden kanal olarak akıp da büyümemizi ve değişmemizi bekliyor. Ve bizler tüm sıkışmışlığımızla, kendi egosantrik ve hor gördüğümüz o güzel tabii medeniyetten uzak kendi yalnızlığımızda acı çekiyoruz. Aslında acımızın kaynağı o sıkışmışlık sadece görmezlikten geldiğimiz yaratma arzusunun nereye akacağını bilememesinin sıkışmışlığı. İçimizdeki patlamak isteyen, yeşermek isteyen hakikat. Ve bizler bir türlü doğamadık, sancılar içinde kendi hapis bilincimizde, kendi suni medeniyetlerimizde yaşamaya çalıştıkça, gerçek medeniyete, yaşamın aktığı o yaratıcı bilincin var olduğu Dünya’ya, gerçek tabiata ve gerçek tabiatımıza, Hızır’ın Dünya’sına doğamadık. Ne kadar medeni olmak istiyorsan o kadar tabii ol. Çünkü tek yapman gereken, kabul etmek, içinden bir yaşam gücünün senin aracılığınla aktığını kabul etmek, ve yaşam suyunu içmenin yolu ise o suyun akmasına izin vermek. Manevra yapmayı öğren, suyu yönetmeyi öğren ve bırak aksın içinden, sen yeter ki o suya eşlik et, onla akarak büyü, sarıp sarmala, değişmekten ve büyümekten, onla yaşamaya devam etmekten ve yaratmaktan korkma. Bunu kabul ettiğinde Hızır’ı dışarda aramaktan vazgeçeceksin. Ve suyu, yaşam suyunu kabul ettiğinde, Dünya’yı ve tabiatı, doğa anayı, içindeki suyu, içindeki kadını kabul ettiğinde, onu sarıp sarmaladığında ve onla aktığında, sadece beraber aktığında yaşam olduğu müddetçe, her şekilde ve her formda sen zaten yaratıcısın. Sen zaten Hızırsın. Kabul ettiğinde. Hazır isen Hızırsın..
Commenti