Yeni bir dilde öğrenmek..
- Hande G
- 14 Ara 2020
- 11 dakikada okunur
Bugün yaşanmış gerçek bir hikayeden bahsederek başlamak istiyorum..
8 sene kadar önceydi. Erkek kardeşimle birlikte tatil için bir adaya gitmiştik. Adanın bir sürü koyları vardı ve her biri ayrı birbirinden güzeldi. Ve enteresan biçimde her biri de birbirinden farklıydı. Her gün bir veya iki tanesini gezerek tatil boyunca her bir koyda zaman geçirmeye karar vermiştik.
Bir gün bir tanesine gittik. Bizden başka kimselerin olmadığı ıssız bir koydu. Deniz pırıl pırıl kumlar bembeyazdı. Denizde diz boyunda bile onlarca en az yarım metrelik balıklar yüzüyordu. Sanırım o an büyülendik. Ve nedense balık tutmaya karar verdik.
Hemen merkeze gittik malzemeleri aldık topladık koya geri döndük. Ve ben daha 1. dakikada kocaman bir balık yakaladım. Aslında yakaladığımda ne yapacağımı bile düşünmemiştim, o yüzden balığı kendime çektiğimde nereye koyacağımı onunla ne yapacağımı bile bilmiyordum. Belki bir dakikalık yakalamanın sevincini yaşamışken balık ellerime geldiğinde bir şekilde misinanın ipinden kurtulup kaçtığında 1-2 saniyelik kaybetmenin şokunu ve üzüntüsünü yaşadım. Sonrasında ise balık elimden kaçtığı ve kurtulduğu için çok sevindim.
Balığı yakaladığımda yemeyi planlamıyordum bile. Tek isteğim balık tutmaktı. Tutunca ne yapacağımı bile düşünmemiştim. Ve o an spor olsun diye balık tutanları düşündüm. Kendi hobisi için spor olsun diye balık tutmanın saçmalıkları geçiyordu aklımdan.. Umarım kaçan balık kötü yaralanmamıştır, ve yaşamıştır diye düşündüm uzun süre..
Şimdi bugüne gelelim. Bugünlerde çok düşünüyorum. Hande ne istiyor?
Balığı düşünürken aklımdan bir şeyler geçti durdu hep. Hani bir söz var ya : “Bir kişiye iyilik yapmak istiyorsan ona balık verme, balık tutmayı öğret”.
Aslında hiçbir zaman balığı istememiştim. Ama belki o an balığı tutmak istedim, ve de belki de balık istediğimi de zannederek. Balığı tuttuğumda da balığı istemediğimi hatırladım. Ve o anda balığı istemiyorsam balığı niye tutmayı istiyorum ki diye düşündüm. Ne balık sahibi olmak, ne de balık yakalamak anlamlıydı benim için. Ama bunu anlamak için, anlamsızlığını anlamak için anlamam gerekliydi anlamsızlığını.
Şimdi düşün, orda tabiatta bir bilgi var. Sen bir şekilde oradaki o balığı görünce temas ediyor ve artık onu biliyor oluyorsun. Sonra o bilgiyi içselleştirmek ve sahiplenmek istiyorsun, onla bağlanmak ve kendi bilgine dahil etmek istiyorsun. Gidiyorsun onu avlıyorsun, çünkü onu sindirmen gerekli, başka türlü bünyene nasıl katacağını bilmiyorsun. Onu öldürmek ve ölümünden sana kalan miras bilgisini kendine katmak işin prensibi, en biyolojik düzeyde. Yani sen belki acıktım desen de, ondan balık yemek istiyorum desen de, bu açlığın için balık yediğin ve aslında neyin açlığı için neyi yediğinle aynı zaten. Bunu hangi eylem katmanından gerçekleştireceğin burada farkı yaratan.
Kimi gidiyor balığını yakalıyor yiyor. Kimi de birinin yakaladığı balıkları yiyerek hayatını sürdürüyor. Birileri kendi için yakalarken, açlığını balık üzerinden giderirken, bu sefer konsept değiştiriyor ve başka bir açlığını yine balık üzerinden gidermek için balıkçı oluyor. Balıkları satıyor. İşin uzmanı oluyor. Ama balığa hala ihtiyacı var. Çünkü başkalarının balığa ihtiyacı var, o da bu ihtiyaçları gidermek için balığa ihtiyaç duyuyor, çünkü onların yapamadığını kendi yapmayı biliyor. Yani aslında beslenme ihtiyacı da besleyerek beslediğinden beslenme ihtiyacı da birbirinin kılık değiştirmiş aynı formu..
Bir gün geliyor, balıkçı diyor ki, benim karnım tok, balığımı kendim tutup karnımı doyuruyorum, fazla fazla tutup ihtiyacı olanlara satıyorum da, ee kazandıklarımla bütün açlıklarımı da doyurdum. Ben balıkçıydım, çünkü balığa ulaşmam gerekliydi, ihtiyaçlarımı balıkla ve sattıklarımla karşılıyordum. Şimdi doyurdukça doydum, balığa ihtiyacım yok. Benim balıkçı olmam için bir gerekçe yok. Ben spor olsun diye keyfi balıkçı da olmadım. Hala aç olan varsa buyursun gelsin, ben artık denize açılmıyorum açılmak isteyen kendi yapsın. Ha bilmiyorum diyorsan gel ben sana anlatayım nasıl tutulur.
Balıkçı varken iyiydi, hazır alma imkanı olan alıyordu. Ama herkesin balıkçı olamayacağı, ve olmasına gerek de olmadığı gibi, balıkçı da her zaman balıkçı kalmak zorunda değil.
Balıkçı o gün nasıl balık avlanır onu öğretmeye başlar. Bir zamanlar balıkçıya balık almak için gidenler, artık o balığa nasıl ulaşabilirim bilgisini almaya giderler. Ve sonra gider kendi balıklarını kendileri bulurlar..
Evet şimdi bakıldığında balıkçı level atlamış gibi duruyor değil mi? Peki balıklara sorduk mu? Bir de balıklara sorsak? Bilginin kaynağına sorsak, deniz tarafından balık tarafından değişen ne oldu desek? Balıkların diyeceği şu olabilir mi? Dünkü balıkçı gitti bugün yeni başka balıkçılar geldi….(Buraya sonra geleceğim….)
Günümüzde artık herkes bir şeylerin uzmanı oldu. Çok doğal, çünkü bilgiler havalarda uçuyor. Ve bilgi satılan, sunulan bir ürün haline geldiğinde sözde bilgiyle ilgili bir iş yapılıyor daha bir üst farkındalık işleri yapılıyor vs. gibi görünse de, aslında bu servis hizmetinden başka bir şey değildir.
Karşındaki acıkmıştır ha karşısına hamburger sunmuşsun, karşındaki bilemiyor bir bilgiye ihtiyacı var ve sen ona o bilgiyi sunmuşsun.. Bilginin karşı taraftan bu şekilde sahip olunarak, satın alınarak elde edildiği bir bilgi sadece bir üründür. Ve o yenildiğinde karşı tarafın içinde nasıl hazmedileceğini de bilemezsin. Balığın kendisinden pek de farkı yoktur aslında.
Şu aralar danışmanlık ve öğretmenlik kavramlarını düşünüyorum bol bol. Bunu hayatın her noktasında yaşam tarzımız itibari ile sıkça gözlemliyorum da.
Mesela bir eczacı olarak, eczacılar bir sağlık danışmanlığı da yapıyoruz aslında. Ve şu dönemde herkes bu sağlık danışmanlığını yapar oldu. Herkes sosyal medyadan ürün sunumları, sağlığa bedene cilde ne iyi gelir ne gelmez, deneyimleri, bilgileri pazarlıyor danışmanlık adı altında. Ve eczacılık camiasında aslında eczacılar bu durumdan şikayetçi. Her sektörde benzer sorunların aslında benzer durumların yaşandığı gibi. Aslında bu durum insanoğlunun mantalitesi ile ilgili bir durum. Hangi sektör olduğu da önemli değil. Mevzu insanların deneyimlemek istedikleri bilgilere çabuk ulaşabilme imkanı nedeniyle kısa zamanda daha çok deneyime sahip olabilmeleri, ve aslında bu deneyimleri bilgi adı altında bir ürün olarak sunma ihtiyaçları. O şeye, bilgiye ihtiyaçları artık sahibi olmak adı altında kalmasa da o şeyle bağlantılarını onu sunmak adı altında devam ettirerek aslında o şeye bağlı kalmaya devam ediyorlar. Çünkü aslında o şey, bilgi atıyorum balık idi ise, yedim bitti doydum olarak kalmıyor ve ona olan ihtiyacını onu başka şeylere çevirip (satıp para kazanmak gibi) devam ettiriyorsa aslında o kişi o şeyle olan temasında aslında hala deneyimi ve onu tecrübe ederek öğrenmeyi yaşamaya devam ediyor demektir. Onu meslek ve bir iş edinmesi aslında o şeyi öğrenmeye ve onla temasını sürdürmeye devam ettiği anlamına geliyor. Sadece artık belki fiziken balığı yer gibi bünyesine katmıyor daha soyut alan üzerinden bağını sürdürüyor. Önce sahiplendiği şeyin sonra alışverişini yapıyor, ve alışveriş üzerinden bilgisini alıp veriyor, besliyor ve besleniyor. Ve artık bunu iş edinmek istemediği anda artık belki bunu nasıl yaptığını öğretmeye de başlıyor. (Bu konu aslında çok farklı yerlere de gider. Mesela bizim deneyimlerimizin bilgisini genlerimiz aracılığıyla çocuk yapma isteğiyle aktarıp çocuklarımız üzerinden yaşamaya devam etmesi için aktarma arzumuz. Bilgi dediğimiz şeyle bağımız yaşamın olduğu her kanaldan akarak bize tutunmaya devam ediyor aslında. Bağlı kalmak istiyor, ona olan ihtiyacımız onla alakasızmış gibi duran eylemler üzerinden yaşamaya devam ediyor aslında.)
Yani demek istediğim şu. Bir insan kendi hayatındaki bir ihtiyaç doğrultusunda bir bilgi arıyorsa bunu elde etmek için onu hazır bir yerden alabilme derdine düşebiliyor. Dışardan bir yerden biri ona hazır edip versin, hap gibi önüne sunsun. Ben şuna danışayım, o bana ne yapmam gerektiğini söylesin, ben de kafamın karıştığı ihtiyacım olan soruların cevaplarını böylece bulayım. Danışarak alınmak istenenlere bir ürün gözüyle bakıldığı sürece onları almaya ve almaya, tüketmeye ve şişmeye devam edersin. Biri çıkar sana der ki, ben de aynı sorunları yaşadım ve bunu yaptım bana çok iyi geldi. Der çünkü herkes bir danışman :) Danışıldığı ve bilgisini verdiği zaman aslında o bilgisini verdiği şeyle bağlı kaldığının ve ondan hala beslendiğinin farkında bile değil. Aslında o da hala o şeye aç, ama o kadar alttan bağlı ki farkında bile değil, ve onu sunarak vererek doyacağını düşünüyor. Ve doğru da, vererek doyuyor elbette, ama o bunun farkında mı? O yüzden de bunu ne kadar bilinçli yapıyor aslında? Herkes hazıra konup servis edilenleri yedikçe doyuyor elbet ama sonra yine acıkmaya devam ediyor. Çünkü hazır cevaplara ulaşmak, danışarak dışardan medet umarak bir bilgiye sahip olmak ile kendi öğrenmek arasında dağlar kadar fark var.
İster arkadaşından olsun, ister uzmanından olsun danışarak aldığın şeylerin hepsi bir başkasının ihtiyacından doğarak sana gelenler aslında. Belki içlerinden sana yarayanlar olsa bile sana özgü olamayacağı kesin. Ve onları içine alman, içselleştirmen çok zamanı ve enerjini alabilir.
Oysa öğrenmek daha organik bir şey. Çünkü öğrenmek demek büyümek demek. Ve aslında çok sübjektif bir şey. Bir sınıfta bir öğretmen tek bir ağızdan aynı bilgileri sınıfa yaydığında, o sınıfta olan 20 tane öğrenci varsa 20 tane öğrenilen organik yapı vardır aslında. Ve de 20 ayrı ders işlenmiştir orada. Ve öğretmenin başlangıç noktasında verdiği bazı bilgiler her öğrencinin kendi yolculuğunda o kadar farklı büyüyebilir ki, ve de hepsi de birbirinden farklı.
Ve bir bilgiyle karşılaştığında, göz göze geldiğinde ona nasıl baktığın ve onunla ne yaptığın senin öğrenme hızını çok etkiler.
Tabiata bakıyordun öylece seyretmek için. Derken dizlerine kadar denize girdin ve başını suya soktun ve bir baktın onlarca muhteşem balık yüzüyor karşında. Ve çok sevindin böyle bir manzarayla karşılaştığın için. Derken o an çok önemli işte. Sen bu manzara ile ne yapacaksın?
Onu sevmek için, yakalayıp sahip mi olacaksın, yoksa onu sevmek için onu tanımak mı isteyeceksin? Onu yiyip sindirerek büyüdün mü zannedeceksin, yoksa beraber birlikte mi büyüyeceksiniz? Tabiatla ilişkin nasıl olacak? Bu soru önemli çünkü, bu soru aynı zamanda şu: Tabiatınla ilişkin nasıl? Sen neysen tabiat da o. Ve de tabiatın o..
Bir şeyi yok ederek, öldürerek ve yiyip içine alarak onu elde edemezsin, sadece kendine birazcık yaşam gücü elde edersin. Sadece sen sürekli o şeye acıkarak ve kendini doyurmak için dışarıya mahkum ederek yaşamaya devam edersin..
Biraz medenileşip de öldürmüyorum ben satın alıyorum zaten diye kendini kandırıp, kendini alışverişe mahkum ederek kendini yaşamaya devam edebilirsin.. Yiyecekler alırsın, ilaçlar alırsın, dışardaki arkadaşlarına ona buna uzmanlara danışırsın ve ihtiyacın ne ise satın alır durursun. Birilerinin senin için iyi olacağını söylediklerini yer durursun…
Alma demiyorum aslında. Mecbursun, şu an oturmuş bir yaşam düzeni var ve bağımlı olmuşsun bir kere. Al ama alırken bak. Çünkü aldığın şey seni beklediğin gibi etkilemeyebilir, aradığın cevabı, reaksiyonu yaratmayabilir. Çok hazırcı isen aldım bitti dediğin yerde sen öylece sürüklenir durursun. Herkesin deneyimi kendine has bir denklemle yaşanır, ve birinin deneyimi neden yaşadığı sen görüntüde aynı deneyimi de yaşıyor olsan o kadar farklı bir temele dayanıyor olabilir ki. Sana iyi gelen başkasına aslında iyi de gelmiyor olabilir. Bunu kim bilecek? Tabiki de deneyimleyenin kedisinden başkası değil. Cevapları dışarda arama. Cevaplar sen dışardan bünyene kattıklarını içerde içselleştirirken ortaya çıkanlardan ibaret. Ve onları sadece kendin bulabilirsin. Senin içinde ne olduğunu bir tek sen kendin bilebilir, cevabını da kendin verebilirsin.. Bir başkası değil.. Kim bilir belki aynı noktadayım dediğin o insanla aynı noktada duruyor olsan bile gerçekten, aslında o gidiyordur sen ise dönüyorsundur..
Evet, balığa dönecek olursak, ihtiyacı olduğu balığı her türlü deneyimleyen balıkçı, gün gelip balıkçılığı da öğrettiğinde bitiyor mu? Ne balığın, ne balıkçılığın, ne de balıkçılığı öğretmenin ihtiyaç olmadığı bir hale geldiğinde insan balıkla ne işi olabilir? Bu balıkçının hikayesiydi elbet. Çünkü bugün o balıkçı var, yarın başka balıkçı. Bugün bu balık var, yarın o balık.. Peki bu döngü sonsuza kadar mı gider? Balıkların dünyasında ne olur? Balıklar denizde yüzen adamla balıkçıyı ayırt eder mi ki acaba? Balık insanı bizim gördüğümüz gibi görmüyorsa eğer, biz balığı balığın gördüğü gibi görüyor muyuz ki? Hiç gördük mü hakkaten? Bunca zaman ne öğrendik peki? Balıkçılık mı öğrendik? O kadar mı? Öğrenme meselemiz bu muydu, bu kadar mıydı? İhtiyaçlarımız sandıklarımızı nasıl gideririz çabası..Yaşam sandığımızı nasıl yaşarız dersleri..Büyüdüğümüzü zannederken aslında nasıl zaman öldürüp yaşlanmaktan ibaretiz’in bir sahnesi… Evet iç içe geçmiş boyut boyut çarklardan çark beğen.. Hepsi farklı, hepsi aynı..
Ya peki Hande? Asıl Hande ne istiyor? Eleye eleye gidiyor işte..
Son zamanlarda düşünüyorum. Gerçekten danışmanlık yapmak istiyor muyum diye? Ben astrolojiyi neden öğreniyorum? Bunları sorgulamak, ve bu noktada kendime dürüst cevaplar vermek açıkçası bende acayip açılımlara neden oldu.
İnsanlara hazır yemek paketleri sunmak çok kolay bir şey. Ya da bir eczacı olarak söyleyebilirim adı sanı belli neye iyi geldiği belli hazır ilaç kutuları satmak da çok kolay. Ve biliyorum ki insanlar ilaç alırken ona büyülü bir hap gözüyle bakabiliyorlar. Tüm dertleri içtiği anda silip süpürecek hap kıvamında aldım içti diye bakılan bir çare. İlaç kullanımlarına yaklaşımı gördükçe insanların problemlerine yaklaşımlarının ne kadar tembelce ve gelişigüzel olduğunu görüyorum. Nasılsa ilacı var diyerek hayatındaki beslenme, çalışma, ilişkiler, spor, rutinler, alışkanlıklar ve bağımlılıklar her ne var ise bunları düzeltmek yerine çözüme semptomları ortadan kaldırarak hayatı sürdürmeye devam etme çabasında yaşayan binlerce insan var. Problemleri yok etmek yerine problemin yarattığı rahatsızlıkları rahatlatacak haplar yutmak benim bahsettiğim. Ağrın var evet, tamam içtin kesildi de, bedenin neden ağrı uyarısı yapıyordu acaba hiç mi merak etmiyorsun? Belki de ağrının oluşmasına sebep neyse onu kaldırsan haplara da ihtiyacın kalmayacak..
Astroloji ile ilgilenirken de buna şahit oluyorum. Birinin gelip hayatının bir yerinde yaşadığı bir deneyimin ya da belirsizliğin nedenini, çözümünü birinin söylemesini beklemeleri gibi. Evet, çözüm aramak güzel, ama bir başkasının senin hayatınla ilgili her şeyin nedenini bilemeyeceği bu kadar kesinken buna yorum yapıp sana çözüm sunması nereye kadar iyi bir şey? Her hayatın dinamiği yaşayanın gözünden bilinebilirken, ki o da bir yere kadar aslında, bir başka gözün bunu yorumlamaya çalışması nereye kadar doğru? Yönlendirme ve ipuçları almak ile talimat alır gibi her eylemin için komut almak ve onları uygulamaya çalışmak arasında fazlaca fark var. Biri sana cevapları sunduğunda bu senin kolayına gelip de yaşama şeklin olmamalı… Ama insanların en büyük yanılgısı, cevabını bilmedikleri konularda ihtiyaçlarını giderme odaklı yaşama arzusu. Ve bu da sadece geçici çözümlere ve yamalı bir hayata sebep oluyor. Asıl mevzu hep gölgede kalıyor. Çünkü dışımız hep cevaplarla dolu, hep başkalarının cevaplarıyla dolu ve onlara iyi geldiyse bize de iyi gelecek diye yapıştırıp duruyoruz kendimize, ve günü kurtarıyoruz. Oldu bitti, geçmiş olsun, bu seni bi 10 sene daha idare eder, o zaman geldiğinde yine görüşürüz.. Herkes kendi derdinde, ama ve de hazıra konup hazır cevaplarla işi geçiştirmenin de derdinde.
Yani özetle, herkes kendi büyümeli, kendi öğrenmeli. Kendi cevaplarını kendi verebilmeli. Kaybolsa bile, düşse bile, yanlış yollara girse bile..
Öğrenmenin yolu ise, baktığın gördüğün her şeye bir öğretmen olarak bakmak. Ve ben sana nasıl cevap verebilirim, nasıl yardımcı olabilirim diye düşünüyorum.. Hayatındaki tercihlerine karışamam, kararlarını etkileyemem, bence gerek olmayan bir şey belki de senin deneyip görmen gereken bir şeydir, benim doğrum senin için erken, yanlış ya da gereksiz olabilir. Ben sana nasıl sen şöylesin böylesin diyebilirim ki. Ya da bu insan sana uygun ya da değil. Belki de uygunsuz olması senin için uygun olanıdır.. Ben senin karar mekanizmana karışamam.. Belki de kaybolmuşsundur ama ben senin bunu öğrenerek deneyimlemene engel olamam.. Zaten bir şeyler anlatsam da anlamayacaksan da anlamazsın zaten.. Ama…
Ama ben varım, bir hayatım var, ve bir anda elbet bir yerde dururum. Ve sen bana denk gelmişsen, ben sana sadece bir örnek olabilirim. Her ne isem onun örneği.. Bende ne görmek istersen onu görebilirsin, gördüğünle ne alıyorsan onu alabilirsin.. Ben sana sadece kendimi sunabilirim. Benim tek yapabileceğim, uğraşabileceğim ve senle birlikteliğimize katabileceğim bu. Benim tek katkım bu, kendimi katmak..
Konu Hande olmak olunca; başkasını dinlemediğim, sadece kendi cevaplarımı bulduğum bir Hande olabilir Hande.
Bir süredir burada yazıyorum. Yeri geliyor astroloji, yeri geliyor hayatım, hayatlar, ordan burdan şeyler yazıyorum. Ve kalabalık curcunalardan kaçıp da kendimle uğraştıkça, kendime döndükçe bulduğum şey içi capcanlı, kocaman ve dopdolu bir var oluş oluyor. Ve herkesin tek işi aslında kendisi. Bu kalabalığın dopdoluluğun yapıtaşları.. Herkesin varlığı, canı beni çok ilgilendirmekle birlikte kimsenin özel hayatı beni ilgilendirmiyor, ilgilendiremiyor. O hayatlarının onlara büyüme aşamalarında nasıl hizmet ettiği beni ilgilendirmiyor. Ama şöyle ilgilendiriyor: Seni o kadar çok seviyorum ki, sana verebileceğim senle paylaşabileceğim tek şey kendim, kendi içtenliğim. Sana verebileceğim tek şey, tüm şeffaflığım ve içtenliğimle sana kendimi örnek olarak sunmak. Görmek isteyeceklerini senin ihtiyaç duyduğun cevaplara göre paketleyip sunmak değil, ama kendi hayatımda yaşadıklarımla kendi sorularım ve cevaplarımı ortaya dökmek. Kendi bakışımı, bilincimi dilim el verdiğince yaratıcılığım ile ortaya koyabildiğim kadar dökebilmek. Ve sen eminim ki görmen gereken neyse zaten benden alırsın.. Ben cevabı sana al bu diye vermem, ama tüm cevaplarıma bakıp kendine uygun bulduğun istediğini almakta özgürsün..
Ben öyle yapıyorum.. Uzun zamandır “doğruları” bulmak için cevapları doğal olan şeylere bakıyorum. Doğaya, tabiata, fizik kanunlarına, evrenin işleyişine bakıyorum. Çünkü en saf “doğrular” buralarda daha kolay kendini gösteriyor. Ve eksiklerim, kusurlarım ya da yanılgılarım neler olabilir diye de insan eli değen her ne varsa ona bakıyorum. Medeniyetler, sosyal ortamlar, tüm insana dair olgular, yapılar. İşleyişin formülünü, mekanizmayı görmek yeterli…
Ve sonra da bir içime bakıyorum, bir de içinde olduğum mekan ve ana, ne yaşadığıma. Hepsini birleştirip kendi cevaplarımı yaratıyorum. Belki sonra bozuyorum ve yeniden yeni cevaplar yaratıyorum. Eliyorum, derliyorum, üst üste koyup birleştiriyorum.. Yıkıyorum, sonra yine inşa ediyorum, taa ki cevaplar netleşene kadar..
Ve Hande ne istiyor diye sorduğumda: kendimle uğraşmak, kendimi ifade etmek ve ortaya koyduklarımı hayata akıtmak.. Akıttıklarımla her şeye temas etmek, buluşmak. Hayatta kimyamın tuttuğu yerlerde simya yaratmak.. Hayatın içine büyümek tutunarak büyümek, fark ederek.. Ve büyürken hiçbir şeyi ezberlemeden öğrenmek, ve ezberleri bozmak.. Kendi dilimde öğrenmek, ve varlığımla temasımla örnek olarak dile getirerek görünerek ve göstererek öğrenmek isteyene sunmak, yeni ve yaratıcı formlarda büyümek ve öğrenmek, öğretmek.. Evet sanırım bu. Ezber bozmayı seviyorum.. Hiçbir şeyin kopyası olmadan, tekrar eden biri olmadan, kendi halinde olduğundan ezbercilerin ezberlerini bozuyormuş gibi durmak. Belki de o yüzden biraz dikenli gibi..
Şu an için astroloji konusunda yapmaktan keyif alacağım ve en yaratıcı faydalı olacağım konu bakış açımı ortaya koyan konularla astroloji temelinden hayata nasıl baktığımı orjinal, daha cesur ve şeffaf olarak dillendirmek olabilir. Ve belki de yeni bir dilde. Belki astrolojiyi öğrenmek konusunda daha yaratıcı olabilirim. Gördüğüm şu ki herkes bilgileri ezberlemenin derdinde, ve teoriyi bilmenin ezberlemek olduğunu zannetmesi. Ve en garibi de, gezegenlerin yaşamdan dünyadan ayrı bir dünya olduğunun zannedilmesi. Oysa biz gökyüzüne dünyanın çatısından bakıyoruz, ve gören de ne kadar uzakları bile görse Dünya’da yaşıyor (tabii geocentric model üzerinden konuşursak böyle :) ). Bilgileri tek başına teoride, ya da tek başına pratikte yaşamın içinde ararken kaybolabiliyor insan. Gerçekten öğrenmek ise bu ikisini beraber senkronize çalıştığında oluyor, ve teorileri herkes anlatabilir ama ya o pratikler? O yüzden herkes kendi öğrenmek zorunda, çünkü herkesin pratiği kendine. Ama işte belki de yine de beraber büyümeyi ve öğrenmeyi becerebiliriz…
Eveeet, bu yazdıklarım kafamdaki oluşan bazı şeylere kısacık bir giriş olsun :)
Comentarios